BAŞKANDAN Murat SARAYLI
TÜGİAD Yönetim Kurulu Başkanı / Avrupa Genç İşadamları Konfederasyonu (YES) Başkanı
Avrupa Birliği Konseyine Açık Mektup
Avrupa’nın Reform Liderlerinin Avrupa Konseyinden Talebi: Avrupa’yı Yine Sosyalleştirin!
 
Avrupa Birliği Konseyi İlkbahar Zirvesi Brüksel, 22-23 Mart 2005

Sayın Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları, Bizler, hepimiz, Avrupalılığımızla gurur duyuyoruz. Ama bu gururun kaynağı ne? Gururumuzun kaynağı kıtamızı kasıp kavuran, aileleri parçalayan ve hükümrânlıkları boyunca büyük yıkımlara yol açan 14. Louis, Napolyon, Üçüncü Reich gibi otokratik imparatorluklarımız olabilir mi? Yoksa, gururumuzun kaynağı Voltaire’in Fransız aristokrasisinin kabuk bağlamış sosyal düzenini sorgulamasını, Kolomb’un bilinenin ötesine yelken açmasını ve Galileo’nin teleskopunu yıldızlara çevirmesini sağlayan ilerici, kuralları aşan geleneğimiz mi? Gururumuzun nedeni "sosyal içerme" adına 19 milyon kişiyi (Hollanda’nın tüm nüfusundan fazla insanı)iş bulamaz ya da toplumda tam anlamıyla yerini alamaz hale getiren bir sosyal sistem olabilir mi? Ya da zanaatkârlığımız, girişimci ruhumuz ve yeniliklere açık zihinlerimiz sayesinde yüzyıllar boyunca yavaş yavaş ve bin bir zahmetle biriktirdiğimiz ekonomik servetimiz, ilk kez sosyal adalet kavramını yaratmamızı sağlayan o servet mi gururumuzun dayanağı?
Lizbon Konseyi Avrupa toplumunu ihtişama kavuşturan değerlerin ciddi anlamda tehlikede olduğuna gönülden inanmaktadır. Bizler, Brüksel’de 22-23 Mart 2005 tarihinde Avrupa Birliği Konseyi çerçevesinde toplanacak olan Avrupa’nın liderlerine sesleniyor ve diyoruz ki üstün geleneklerimiz olan özgür düşünce, yenilikçilik, ekonomik başarı ve gerçek sosyal adaleti tekrar inşa etmek için kat be kat çaba harcayın. Bu doğrultuda Avrupa Sosyal Modelinin üç temel kavram etrafında tekrar canlandırılmasını öneriyoruz ki, bu kavramlar, doğru anlaşıldıkları ve açıklandıkları takdirde geçerli, etkin ve tüm tarafları kapsayacak bir reform stratejisi oluşturacaktır. Bu üç kavram: içerme, sürdürülebilirlik ve fırsat kavramlarıdır. İlk adımı atmak adına gazetelerde her gün okuduğumuz iç karartıcı, havanda su döven iddiaları sorgulamalıyız- bir yandan Avrupa Parlamentosu’nda korumacı kararlar ve sübvansiyonlar peşinde koşarken diğer yandan "daha çok rekabet" için mücadele veren işveren dernekleri; hareketlerini tekrar güçlendirecek asıllı reformları reddettikleri halde Avrupa’nın afet boyutlarına erişen işsizlik oranlarından en çok zararı kendileri görmüş olan, küreselleşme gerçeğinin karşısında kafalarını kuma gömen tavırları yüzünden kuvvetini ve müzakere gücünü yitirmiş olan işçi sendikaları. Konunun esasına gelirsek: 21. yüzyılda yol alırken bile çok sayıda menfaat grubu ve siyasi lider hâlâ işçilerin etraflarında gelişen sosyal güçlere karşı korunmaya gereksinim duyduğu 19. yüzyılda oluşturulan bir toplum ve sosyal içerme anlayışına olan entelektüel bağlılıklarını sürdürmekteler. Ne tuhaftır ki, 19. yüzyılda sosyal adaleti yaratmak için oluşturan mekanizmalar, bugün 21. yüzyılda gerçek sosyal adaletin yaratılmasının önündeki en büyük engel haline dönüşmüş bulunmakta. İçinde bulunduğumuz çağın en büyük sıkıntısı muazzam boyutlara erişen işsizlik olduğu halde, çok sayıda sendika istihdam piyasasının içindekiler için tırmanarak artan taleplerde bulunmakta ve buna her vatandaşın hakkı olan ekonomik güçten, mesleki fırsatlardan mahrum bırakılanların, sayısı katlanarak artan dışarıdakiler kastının pahasına devam etmekte.
Sonuç ise tam bir sosyal trajedi: 19 milyon işsiz, 25 üyeli AB’de genç nüfusun işsizlik oranı %18. En genç, en hassas kesiminin %18’inin iş bulamadığı bir toplum kendine gerçekten "sosyal" diyebilir mi? Gençliğinin %18’inden fazlası işsiz kalmış bir ülkenin politikacısı ki bugün Belçika, Çek Cumhuriyeti, Fransa, Yunanistan, İtalya, Letonya, Polonya, Slovakya ve İspanya dahil olmak üzere AB üyelerinin dokuzu bu durumdayken, toplumumuzun en genç ve en hassas bireyleri için istihdam yaratacak reformların önünü kesmek için "sosyal adalet" gerekçesini öne sürebilir mi?
İçinde bulunduğumuz durumun vahametine karşın, engin entelektüel mirasımıza yaraşmayan bir şekilde kamuoyunda reform tartışması yapıyoruz. 19. yüzyılda ve savaş sonrasındaki hızlı sanayileşme sırasında oluşan menfaat gruplarımız içgüdüsel olarak kedi köpek gibi birbirleriyle didişmekte, birbirlerine entelektüel goller atmaya çalışmakta ve günün birinde gücü ele geçiririm umuduyla rakiplerini karalamaktalar. "Sosyal", "çevre", "ekonomi" ve "düzenleme" gibi sözcükleri duyar duymaz Pavlov’un şartlanmış köpekleri gibi havlıyor, mütemadiyen köklerimizi koparıyorlar uyarı savuruyorlar, halbuki aslında onların körü körüne ideolojik dogmaları, dünyayı gerçekleriyle, olduğu gibi kavramayı reddetmeleri yüzünden temsil ettiklerini ileri sürdükleri dava alay konusu haline gelmiş durumda. Nasıl olur da birileri tavana vurmuş işsizlik oranlarını giderecek reformları "sosyal değil" diye eleştirebilir ki? Nasıl olur da birileri reform yapılmadığı takdirde emeklilik ve sosyal refah sistemlerimizi bekleyen çöküşü göz ardı ederken çevresel sürdürülebilirliğe dayalı politikaları ön plana çıkarabilir?
Ne yazıktır ki, medya da reform tartışmalarında kullanılan sığ klişeleri dur durak bilmeden tekrarlayarak ve art niyetli kişilerin iyi politikacılara ayân beyan mesnetsiz demagojiyle çamur atmalarına izin vererek bu tiyatronun bir güzel tadını çıkarmakta. Sonuçta ise neredeyse herkesin aklı karışmış, neredeyse herkes toplumumuzu bekleyen gerçek sıkıntılar yüzünden ve toplumumuzun sahip olduğumuzu söylediğimiz değerlere göre yaşamasını sürdürebilmesi için yapılması gerekenlerden dolayı korkuya kapılmış durumda.
Bu amaçla, Avrupalılara ve özellikle Avrupa Birliği Konseyi’ne sesleniyoruz, Avrupa Sosyal Modelini bu üç temel değer çerçevesine oturtun:

İçerme Bizler sosyal içerme temelinde kurulmuş bir toplum olmakla gurur duyuyoruz, ancak bugün kelimenin hangi anlamıyla bakarsak bakalım yaşadığımız topluma "içerici" dememize imkân var mı? Madem öyleyse, giderek daha az çalışmakta ama daha fazla kazanmakta ayak dirememiz yüzünden ortaya çıkan 19 milyon işsizi nasıl açıklayacaksınız? Daha da kötüsü, muazzam boyutlarda aşırı vergiye tabi, sıkı kurallarla düzenlenmiş istihdam piyasalarımız tam da toplumun en zayıf ve en hassas bireylerini: gençleri, kadınları, göçmenleri ve beceri düzeyi düşük olanları dışarıda bırakmakta. Gelişmiş dünyanın hiçbir yerinde bu denli çok sayıda kesimin ayrımcılığa uğradığı ve istihdam piyasasına girmesinin engellendiği vaki değildir. Orta yaşlı erkeklerin bu denli apaçık ağırlıkta olduğu bir istihdam piyasasının birçok özelliği olabilir ama bunların arasında ne sosyalin ne de içermenin kesinlikle yeri yoktur.
Gerçek bir içerici toplum tam istihdam için çabalamalı, vatandaşlarının işini kaybetse de başka bir iş bulabileceği güvenini verebilmelidir. Giderek işlevselliğini yitiren, bizlere iş tatmini ve istihdam yaratılması açısından çok pahalıya mâl olan, "işin korunması" kavramının yerine "istihdamın korunması" kavramı getirilmeli, yani bir vatandaş işten çıkarıldığı zaman makul bir süre içinde yeni istihdam fırsatları bulunabileceğine emin olmalıdır. Tam istihdam, sosyal içermenin en iyi modelidir ve bizler tüm Avrupalıları, Avrupa Komisyon Başkanı José Manuel Barosso tarafından önerilen Büyüme ve İstihdam Ortaklığı’nı kucaklamaya davet ediyoruz ve Avrupa Birliği Konseyi’ni özellikle 21. yüzyılda sağlıklı, sürdürülebilir istihdam yaratılmasını sağlamaya yönelik yasama çalışmalarıyla bu girişime destek vermeye çağırıyoruz.

Sürdürülebilirlik İstisnasız her çocuk sadece yaşam kalitemiz için değil, gelecek kuşaklar için de doğanın korunması gerektiğini bilir. "Sürdürülebilirlik" iş çevreye gelince haklı olarak evrensel kabul görmektedir. Oysa, sürdürülebilirlik ilkesinin vatandaşlarımız açısından önem taşıyan diğer alanlara da, örneğin kamu finansmanının sağlıklı yapılmasına ve sosyal sigorta sistemlerimizin uzun ömürlü olmasına da yansıtılmasında sonsuz fayda vardır. Halihazırda, çok sayıda hükümetin üzerindeki ekonomik kırıklığı atlatmak için yığınlarla aldığı borç neticede çocuklarımızın ve gelecek kuşakların vergilerinden karşılanacak.

  Defending our rights in EU, which is a union of negotiations, makes us closer to EU
  Turkey in the Barcelona Process… Will Turkey be the Guest or the Host?
  Turkey Must Aim To Be In The First 50s In 2012
  DEMOCRACY AND THE SUPREMACY OF LAW
  NEED OF CHANGE IN POLITICAL UNDERSTANDINGS
  TO BE ABLE TO RUN LONG AND RACE AGAINST TIME
  2007; COMPROMISE AND STABILITY
  LET’S PROTECT THE ECONOMIC STABILITY TOGETHER
  SECOND HALF YEAR EXPECTATIONS FOR THE ECONOMY AND OUR PROPOSALS
  NEGOTIATION PROCESS DURING TURKEY’S JOURNEY INTO EU
  TURKEY MAY CONTRIBUTE TO EUROPEAN ENERGY SECURITY
  THE HARD WALK FOR TWENTY YEARS AND THE TEMPO OF THE 10TH PERIOD
  TURKEY HAS TO UNDO ITS MEMORIZATIONS
  The Real Process Is Going To Begin From Now On
  THE AGENDA IN TURKEY IS THE EU AND AT THE EU THE AGENDA IS TURKEY
  For Turkey Of Our Dreams...
  OPEN LETTER TO THE EUROPEAN COUNCIL, REFORM LEADERS
DEMAND: MAKE EUROPE SOCIAL AGAIN!
  TURKEY-EU RELATIONS, TASK AND RESPONSIBILITIES