BARIŞ HAŞEMOĞLU

Yabancı Sermayenin Gelmesi İçin Gereken Unsurların Hepsi Bizde Fazlasıyla Mevcuttur
 
Türkiye ekonomisinin en başta gelen hedefi, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamaktır. Ekonomik dalgalanmaların sık ve sert yaşandığı ülkemizde, siyaset, hukuk ve ekonomi yönetimlerinde gösterdiğimiz yetersizlikler yüzünden bu hedefe ne yazık ki küçük adımlarla yürümekteyiz.
 
Türkiye ekonomisison elli yılda ortalama % 5 büyümüştür. Bu oran bazı batı ülkeleri için yüksek bir oran sayılabilse de, bizim gibi sanayileşmeye 100 yıldan fazla bir süre geriden başlayan bir ülke için yeterli bir sonuç değildir.Ulusal ekonominin hızlı büyümesi içindaha fazla yatırım yapmak ve bu yatırımlarda verimliliği sağlamak gerekmektedir. Bu doğrultuda özelleştirme vasıtasıyla devletin ekonomideki yerinin küçültülmesi ve yabancı sermayenin ülkemizde yatırım yapması 2kritik unsurdur.

Refah düzeyini üst düzeye çıkaracak yabancı sermayeye ihtiyaç,Türkiye için apaçık somut bir realitedir. Türkiye,son on yılda gelen 13.7 milyar dolar doğrudan yabancı sermayeyle 30 OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ülkesi arasında sadece üç ülkeyi geçebildi. Bunlardan biri de İstanbul kadar nüfusu olan Yunanistan, aynı dönemde 8.9 milyar dolar yabancı sermaye çekmiştir, buna ek olarak gelişmiş ülkelere bakıldığında bu rakamAmerika’da 1 trilyon 461.4 milyon, İngiltere’de ise 868.4 milyar dolara ulaşmıştır. Günümüzde ekonomisini dış dinamiklere kapalı tutarak kalkınma sağlamış veya sağlamaya çalışan hiç bir ulusal ekonomi modeli yoktur. Buna dünyanın en hızlı büyüyen ülkesi, komünist Çin de dahildir. Çin Hükümeti, ülkesine gelen yüksek rakamlı yabancı sermayenin önünü açarak, bir evladı gibi muamele yaparak, yüksek oranlarda istihdam yaratmış, vergisini almış, ilişkilerini geliştirmiş ve gelen yabancıların yeni yatırımları için teşvik edici olmuştur. Çin senede 60 milyar doların üzerinde yabancı yatırım çekmektedir. Eski doğu bloku ülkelerine bakınca yine aynı tabloyu görmekteyiz.

Toplum olarak yabancı sermaye konusuna bakış açımızın biraz tutarsız olduğunu düşünüyorum. Bankaları yabancı sermaye alırken korunan sükunet, kamu şirketlerinin yabancı sermayeyle özelleştirme aşamasına gelindiğinde, yerini milliyetçilik ve muhafazakarlığa bırakıyor. Mesela;yabancı sermaye arazi almak istediğinde, sankibize ait birşeyi alıp, ülkesinekaçıracakmış ya da topraklarımızı parselleyip, işgal edecekmiş gibi tepki veriyor, karşı çıkıyoruz. Oysaki, mevzuat çerçevesinde, liberal uygulamalara açık olmak, küreselleşme sürecinde sermayenin milliyeti olmadığını kabullenmek asıl gelişmiş ülke olmak yolunda atılacaken önemli adımdır.Bugün İspanya tüm dünyaya her sene milyarlarca dolarlık yazlıkev satmaktadır. Evi alan yabancı tatilini yine her sene İspanya’da geçirmekte, alışverişini İspanyol esnaftan yapmaktadır. Bizim ülkemiz İspanya’dan her yönden daha güzel bir ülkedir. Ama aynı pazardan anlaşılması zor hassasiyetlerimizden dolayı tek kuruş kazanamıyoruz.

Gelen her kuruş yabancı sermaye arkasında bir rüzgarla gelir. Bizim yapmamız gereken, firmalarımızın bu rüzgarı yakalayabilecek rekabet yapısında olması ve bundan bir sinerji yaratabilmektir. Bundan da kazanan yine Türkiye olacaktır.Otomotiv sektörünü düşünün. Yatırım yapılması engellenmeye çalışan fabrikalar geçen sene 10 milyar dolar üzerinde ihracat yaptılar. Bundan yabancı yatırımcı ile birlikte kim kazandı? Binlerce Türk işçisi ve mühendisi çalışıyor bu fabrikalarda. Fabrikalar açılmasıydı, o üretim merkezlerinin yerinde yine bataklıklar duruyor olacaktı. Devletin elindeki iktisadi üretim birimlerinin, yerli veya yabancı girişimcilere satılması, kiralanması, işletme hakkının özel sektöre devredilmesi demek olan özelleştirme kavramı, ekonomik literatüre1970’lerde girmiştir. Bu kadar eski bir geçmişe sahip olmasına rağmen, bu konuda son yıllara kadar büyük adımlar atamadık. Senelerce KİT’lerin, popülist yönetimlerin icraatları sonucu zarar ederek fiziki büyümelerine, suni istihdamlarlarekabet edecek güçten uzaklaşmalarına göz yumuldu. Her sene yatırıma dönüşmesi gereken milyarlarca dolar bu kuruluşların verimsiz yönetimleri sonucu ortaya çıkan zararları kapatmak için heba edildi. Her dönemde özelleştirme ile ilgili çalışmaların önüne birileri, işsizlik yaratılacağı, özelleştirilecek kurumların peşkeş çekileceği veya stratejik unsurlarından dolayı milli güvenliğimize zarar verileceği gibi argümanlarla karşı çıktı. Bir işadamı olarak , bu konudaki görüşüm sermayenin dili, dini ırkı olmadığı yönündedir.

Sermaye dünyadaki en korkak şeydir, bu nedenle güvenle yaşayabileceği ve büyüyebileceği yere gider. Özelleştirme sağlam bir mevzuat ve arkasında iyi niyetli sağlam birirade ile yapılırsa yukarıda belirtilen hassasiyetleride gidermek mümkündür. Özelleştirme sadece KİT’lerle de sınırlı kalmamalıdır. Turizm sektörüne bakın; 80’li yıllara kadar her sektörde olduğu gibi turizm sektörü de devlet kontrolü altındaki işletmeler kanalıyla faaliyet gösteriyordu. Ama bu tarihten sonra özel sektörün önünün açılmasıyla devletin yavaş yavaş müdahaleci değil düzenleyici rolü üstlenmesiyle bugünkü rakamlara ulaşıldı. Bu sene dünya 7. si olduk ve hızla büyümeye devam ediyoruz. Milyonlarca insan da bu sektörden ekmek yemekte.Bugün TAV firması kendi sektöründe bir dünya oyuncusu olma yolunda ilerliyor.

İstanbul Havalimanı ve TAV firmasının yarattığı başarılı tablo ortadadır. Devlet sadece ufak bir kıvılcım yakarak hem kendi yükünden kurtuldu, hem Atatürk’ün adına layık, Avrupa’nın en modern havalimanına sahip oldu, hem milyonlarca dolar vergi alıyor hem de TAV gibi yurtdışı işleri alan bir firma ortaya çıktı. Hangisi yolsuzluktur sormak isterim. Hangisi uzun vadede işsizlik yaratmaktadır? Özelleştirmesi yapılan kurumlar eninde sonunda birer iktisadi kuruluştur. Nihai hedefi ister yerli ister yabancı kontrolünde olsun, yatırım yapmak, üretmek, ve kar edip devlete vergi vermektir.
Açıkçası, bağnaz milliyetçilik ve tutuculuktan biran önce sıyrılıp, daha global düşünmek, uluslararası platformda bizi dışlanmaktan başka bir yere vardıramayacak yabancı sermaye fobisinden kurtulmak gerekmektedir. Fikrimce, yerli sermaye kavramı anlamsızdır, bu bir nevi sınıflandırma, ayrımcılıktır. Elbette yabancı sermaye olsunda nasıl olursa olsun demek istemiyorum. Ülke çıkarları kişilerle değil ancak sistemle korunabilir, devletin rolü de bu noktada ortaya çıkmaktadır. Devlet yerli olsun yabancı olsun yatırımcının oynayacağı alanın kural ve sınırlarını kanuna uygun uluslararası kabul görmüş ticari mevzuatlarla düzenlemek ile sorumlu olmalıdır. Türk mevzuatına, özellikle büyük ölçekli yatırımları teşvik edecek düzenlemeler eklenmeli, yargı kararları geriye dönük uygulanmamalı, yerli yabancı yatırımcılara her türlü destek sonuna kadar verilmelidir.Bu konuda kendimize güvenmeli ve bir an önce harekete geçmeliyiz. Maalesef kısır ve üretmekten uzak tartışmalarla onlarca senemizi kaybettik.

Türkiye’nin bu konuda dünyanın sayılı ülkelerinden biri olmaması için hiçbir sebep yoktur. Genç bir nüfus, güçlü bir özel sektör, girişimci ruh ve mükemmel bir coğrafyaya sahibiz. Yani yabancı sermayenin gelmesi için gereken ve bir çok ülkenin yokluğunu çektiği unsurların hepsi bizde fazlasıyla mevcuttur.