SİVRİ SİNEK SAZ Av. Talat METE
Farkında olmadan, ortaya çıkan acı gerçekler…
 
Özel TV kanallarından birkaçı, sağolsunlar, yaptıkları programlar ile farkında olmadan çok önemli toplumsal sorunları gözler önüne seriyorlar. İzlenme oranları da hayli yüksek. Genellikle öğleden sonraki kuşaklarda yayımlanması, izleyici sayısını da arttırıyor. Toplumumuzun tamamı değil ama, neredeyse tamamına yakın, köylü, kasabalı, şehirli, çok önemli bir kesiminin, eğitim, sosyal, kültürel, ekonomik durumlarını tartışmaya gerek kalmaksızın ortaya koyuyor. Son zamanlarda bu programlara katılanların yaş grubu da epeyce gençleşmiş.

Anladınız şüphesiz, özel televizyonlardaki “ evlilik programlarından “ söz ediyorum. Kadın erkek, genç yaşlı, okumuş okumamış bu programlara kilitlenip, seyrediyor. Hatta ne zaman bir yakınıma, hatta ablamlara ziyarete gitsem, her ikisini de bu programları izlerken görüyorum şaşkınlıkla.

Hele bir izleyin. Aman Allah’ım, katılanlarda bu ne sığlık, bu ne düzeysizlik. Bu ne riyakarlık, bu ne maskelilik. Bu nasıl bir trajikomedi bir durum. Kadını erkeği, aç, maskeli, samimiyetten uzak, içten hesaplı, sadece bireysel çıkar peşinde. Çoğunluğu orta yaş kuşağından kadın erkek, iğrenç, boş boş, abuk sabuk konuşuyor. Konuşuyor ama bu insanlar, kendi ana dillerini 50 kelimeyle ancak konuşabiliyor. Kendilerini doğru dürüst ifade edemiyorlar. Arzu ve isteklerini, hayallerini açıklamaktan acizler. Çok küçük bir örneğini, bu tip televizyon programlarında gördüğümüz, bu halkımıza, ülkemizin geleceği teslim. Yandık ki ne yandık vallahi. Şimdi size bu programlarda, herkesin birbirinden kopya ettiği örnek, birkaç karşılıklı konuşma cümlesi aktaracağım;

Emekli misin?
Kaç para emekli aylığı alıyorsun?
Evin var mı?
Beni taşıyabilir misin?
(En çok da bu soruya kızıyorum. Kadın sanki hamalla konuşuyor.)
Bu soru cümleleri daha çok kadınlara ait.

Erkekler ise;

Benimle ……. de/da yaşayabilir misin?
Beni mutlu edebilir misin?
Elektrik almalıyım.
Kaç çocuğun var ?

Bu programlar için düzenlenen sahnenin karşısında ise, alıcısını bekleyen mal gibi dizilmiş, kimi yakasında etiketli kimi sade olanlar da, şakşaklayarak çiftlerin birbirine uygun olup olmadığını onaylıyor veya mikrofonu alarak çiftler adına, işin olup olmayacağı hakkında görüş bildiriyor. Sahneye çıkan çiftler de kendileri hakkında karar veren 3.kişileri kuzu kuzu dinliyor veya karar vermelerini istiyor. Yani açıkçası deneyimlerine rağmen kendileri olamıyorlar…

Bu programlar böylece, uzun zamandan bu yana sürüp gidiyor. Demek ki toplumumuzca çok beğeniliyor. Çok düşündürücü, acı ve üzüntü verici tablo. Toplumumuzun hali bu. Şimdi gelelim bu yazıyı niçin yazdığıma. Neden bu programları buraya taşımaya çalıştığıma.

Benim bu programlara söyleyeceğim bir şey yok. Hatta ülkemiz halkına ait acı gerçekleri gözler önüne serdiği için de, yapımcılara, sunuculara teşekkür ediyorum. Programlara katılanlara da söyleyeceğim bir şey yok. Ama sadece şunu söyleyebilirim. “ Ne verirsen onu alırsın” ya da “Ne ekersen onu biçersin”.

Benim serzenişim, 10 Kasım 1938 tarihinden bu güne, Ülkemizi yönetenlere. Vatandaşını cahil bırakan ve bu cehaletin sürekliliğini korumasına imkan veren, geçmiş ve bugünki yönetenler, bu durumun, birbirini takip eden (müteselsil) sorumlularıdır.

Ülkeyi yönetenlerin, vatandaşlarına sadece, tek başına okuma yazmayı öğretmek bir şey ifade etmez. Bu durum, kişinin yazılı bir olayı sadece anlamasına yarar. Bunun ilerisinde, vatandaşı bilgi sahibi yapmak gerekir. Bilgi sahibi olabilmek, okuyup anladıkları ile bilgilerini karşılaştırıp bir sonuca ulaşabilmektir. Bilgili olabilmek insana fikir sahibi olma, fikir yürütebilme yeteneği kazandırır. Bu gerçekleşmeyince, insan uzaklara gidemez. Böyle bireylerden oluşan toplumlar da, çağdaş medeniyete ulaşamaz. Sorun sadece diploma değildir. Esas sorun, bilgi sahibi, sorgulayan özgür bireyler yetiştirememektir. İşte bu nedenle, yukarıda belirttiğim evlilik programları ile toplumumuzun ne düzeyde olduğunu görüyoruz. İşte siyasete yansıyan da, bu çoğunluktaki düzeyin tercihleridir.

Basma kalıp, reklam sözleri ve moda deyimlerle anlaşmaya çalışan toplum bireylerinin, evlenip, çocuk yapıp, yeniden boşanmadan başka, birbirine verebileceği hiç bir şey yoktur. Topluma ise verebileceği hiç bir şey yoktur. Fikir yürütme yeteneğine sahip olma alışkanlığı için, eğitimin önündeki engelleri kaldırmayan yönetimler, toplumu bilgi ve dolayısıyla fikir sahibi olma alışkanlığına ulaştıramazlar.

Bilgi çağında, resmi dilini vatandaşına öğretememiş,(Doğu ve Güney Doğuda) zorunlu eğitime kız çocuklarının tamamını gönderememiş, zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaramamış bir toplumun geleceğinden ümitli olma, hayal olsa gerek. Böyle olunca da, toplumda sosyal yaraların gelişip büyümesi kaçınılmaz olur. Bunun en büyük göstergesi de, boşanmalarda sayı ve oranın gün geçtikçe dudak ısırtan boyutlara ulaflmas›d›r.

16 Aral›k 2010 tarihli Bugün gazetesinde Nuh Gönültafl, toplumumuzda muhafazakar çevrelerde boflanma oran›n›n %40 oldu€unu aç›kl›yor ama, nedenini gerçeklerden uzak bir flekilde, modernleflmenin ortaya ç›kard›€› yeniliklere ba€l›yor.

Oysa ki gerçek neden bilgi ve fikir sahibi olamamak, sorgulayan birey, okuyan fikir üreten, tart›flan, sorun çözebilme al›flkanl›€›na ulaflm›fl birey olamamada yat›yor. Bilgi ve fikir sahibi olabilme, internet ve dizilerin yaratt›€› baz› olumsuzluklar›n hepsini süpürür atar.