MAKRONOT Murat GENER
Girişimci-Ekonomist
Sisyphos’un Mutluluğu
 
Sisyphos’u tanrılar cezalandırır. Ceza çok büyüktür. Sisyphos kocaman bir kayayı elleri ile iterek, çıplak ve yüksek bir dağa çıkarmaya mahkum edilir. Ama Sisyphos’un binbir zahmetle dağın tepesine çıkardığı kaya her seferinde aşağıya yuvarlanır. Kaya asla dağın tepesinde durmayacaktır ve bu ceza sonsuza dek devam edecektir. Sisyphos, kayanın ardından onu yukarıya çıkarmak için tekrar yamaca iner. Çünkü onun cezası kayayı yukarıya taşımaktır. Kayanın aşağıya yuvarlanıp yuvarlanmayacağı tanrılarıilgilendirmemektedir.

Mitoloji, Sisyphos’un hikayesinde yuvarlanan bir kayayı ve o kayayı yukarıya çıkarma çabası içindeki bir mahkumun öyküsünü anlatıyor. Sonsuza kadar cezalı Sisyphos, cezasını hala çekiyor. Aradan binyıllar, yüzbinyıllar, milyonyıllar geçiyor zaman değişiyor. 2007 yılının baharı geliyor. Mitolojinin geçtiği antik yunan ülkesinin hemen yakınlarında Türkiye Cumhuriyeti’nde binbir zahmetle düzlüğe çıkarılan dev ekonomi kayası yeniden aşağıya yuvarlanmaya başlıyor. Bugünün sorunu şu; kayayı dağın zirvesine tırmandırırken, ‘ekonomik büyümeden, ihracattan, borç yükünü azaltma hedefinden’ istemeden tavizler verebiliriz ve o kayayı yıllarca hep yukarıya çıkarmak zorunda kalabiliriz.

EKONOMİ BÜYÜDÜ, PEKİ YA KALKINMA?
Türkiye Cumhuriyeti’nin makroekonomik dengesi analiz edilirken en önemli kalemlerden biri ekonomik büyümedir. Ekonomik büyüme kriz sonrası dönemde istikrarlı şekilde yönünü yukarı çevirmiş durumda. Ekonomik büyümenin ne anlama geldiğini biliyoruz. Büyüme, üretimi; üretim tüketimi ve ihracatı; tüketim ve ihracat yerli ve yabancı yatırımcı için ekonomiye güveni; güven de sarmalın sonunda yine büyümeyi getiriyor.

Rakamlar ortada, çok da derinlere inmeden ilk bakışta Türkiye ekonomisinin 2001’deki büyük krizden hemen sonra 2002’de %7.9, 2003’te %5.9, 2004’te %9.9, 2005’te %5.5 ve 2006’da %5.0 büyüdüğünü gözlemliyoruz.

Aynı dönemde yine kriz sonrasında Gayri Safi Milli Hasıla’daki kişi başına dolar rakamlarında da benzer bir istikrar göze çarpıyor. 2002’de kişi başına milli gelir rakamımız dolar bazında 2.619 dolarken, bu rakam 2003’te 3.383 dolara, 2004’te 4.172 dolara, 2005’te 4.964 dolara ve en nihayetinde 2006’da 5.216 dolara kadar tırmandı. Yani kişi başına milli gelirimiz kriz sonrası dönemden bugüne 2 kat arttı.

Normal şartlar altında bu gelişimin zenginlik ve refahı da beraberinde getirmesi gerekiyor gibi görünebilir. Ama söz konusu rakamlara bakarken yine aynı dönemde yaklaşık 2 kat artan toplam iç ve dış borç stoklarını da göz ardı etmemek gerekiyor. Artan borç rakamları o devasa kayayı aşağıya yuvarlıyor.

İHRACAT - REEL KUR ENDEKSİ
Yine rakamlardan yola çıkalım. 2002’de YTL/Dolar kuru yıl ortalaması şöyle. 2002’de 1.513, 2003’te 1.500, 2004’te 1.446, 2005’te 1.354, 2006’da 1.346, bu yazının kaleme alındığı gün itibariyle 1.4400.YTL istikrarlı değerlenmesini son 5 yıldır sürdürüyor. Buna karşın ihracat 2002 yılındaki 39 milyar dolar seviyesinden 2006 sonunda 77 milyar dolara tırmanmış durumda. Bu iyiye mi kötüye mi işaret sorusunun yanıtını da şu istatistik veriyor. 2002 yılında 48 milyar dolar olan ithalat bugün 110 milyar dolar.Dış ticaret açığında son 5 yıldaki artış ise tam 4 kat. Cari denge rakamları açık yönünde alarm veriyor. Ve her geçen gün içerdeki ve dışarıdaki siyasi dalgalanmalar devasa ekonomi kayamızı aşağıya doğru itiyor.

KONUŞARAK ANLAŞMA KÜLTÜRÜ
Yukarıdaki rakamlar elbetteki o devasa kayayı yani Türkiye’nin ekonomisini tamamıyla analiz etmeye yarar içerikte değil. Ama yine de yüksek bir dağa çıkarmaya çalıştığımız ve neredeyse yolun yarısını tamamladığımız bir dönemde kayanın elimizden kayıp düşeceğini ya da düşmeyeceğini gösterir nitelikte. Borç stokumuz artıyor, büyümemiz de; ulusal paramız değerleniyor, kişi başına düşen gelirimiz ve ihracatımız artıyor ama ithalatımız da. Tüm bu çerçevede zaten son 5 yıldır bıçak sırtında dengesini kurmak isteyen o devasa kayanın iticisi piyasaların ihtiyacı olan tek şey huzur ortamı. İşte bu yüzden olsa gerek iş dünyası siyasetçileri uyarıyor her fırsatta, Mayıs’taki Cumhurbaşkanlığı ve Kasım’daki genel seçimler öncesi konuşma ortamı yaratmak zorundayız diye.

SISYPHOS’UN KAYASI
Sisyphos’un öyküsü Albert Camus’un"le mythe de sisyphe" isimli denemesinde yer alır. Camus Sisyphos’un öyküsünü, anlamsızlığın, absürdlüğün, saçmalığın öyküsü olarak addeder. Çünkü, Sisyphos kayayı yukarıya çıkarmakla yükümlü bir mahkum olduğu ve kaya her seferinde aşağıya yuvarlandığı halde halinden memnundur, mutludur. Camus’a göre bu absürdlüğün tanımıdır.

İnsan düşünmeden edemiyor, “yoksa bizler Türkiye’de bu denli büyük bir saçmalığa, absürdlüğe mi tanık oluyoruz?” diye. 1994 krizinden başlarsak son 15 yıldır yani bir nesildir yukarıya kaya tırmandırıyor, sonra düşürüyor, sonra yine tırmandırıyor sonra yine düşürüyoruz. Dünya gelişmişleri ekonomik verileri sosyal hayata dair açılımlar için kullanırken biz hala açlık, fakirlik, büyüyememezlik, gecekonduculuk, eğitim sistemi, içinden çıkılmaz hukuksal mücadeleler ve dış siyasette söz sahibi olamamazlık sorunlarını yaşıyoruz. Yoksa bizde de Sisyphos’un hastalığı mı başladı ne dersiniz? Millet olarak bundan zevk mi alıyoruz yoksa?