STRATEJİ Dr. Erol MÜTERCİMLER
STAM Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Koordinatörü br> TGAV Türk Gelecek Araştırma Vakfı Genel Koordinatörü
Kodumu Oturtan Genelkurmay Başkanından Lübnan’a Asker Yollamaya Dair...
 
Adam kadını öldürmüş, muhabir soruyor: “Neden öldürdünüz?” Yanıt: “Çok seviyordum.” Futbol takımı galip gelmiş, adam havaya mermi sıkıyor, balkondaki çocuk ölüyor. Yanıt; “Şampiyonluğu kutluyordum abi!”Maganda kurşununa kurban gitmek... Trafik canavarı yollardaydı... Bunlar neyin bahanesi... Sosyoloji biliminde millet nasıl tanımlanır bilmiyorum ama Türk milletini tanımla derseniz, yanıtım hazır. Hem tepkileri hem de konuşmaları abartmalar arasında gidip gelen ve ortasını bulamayan bireylerden oluşan millete Türk milleti denir.

Bu tanımın doğruluğunu kanıtlayan örnek mi istiyorsunuz; Erman TOROĞLU’nun “kodumu oturtan Genelkurmay Başkanı isterim” içeriğindeki duygularını yansıtmasına, gösterilen tepkilere bakınız.

2002 seçiminden sonra, misak-ı milli sınırları içindeki bir grup vatandaşımız bir demokrat kesildi, sormayın gitsin. Tüm insanlık tarihinin en hızlı demokratları bu sınırlar içinde filiz verdi. Bu seçkinleri görünce umutlanmamak mümkün değil; yarından tezi yok artık memlekete demokrasi gelecek. Peki demokrasi nasıl tanımlanıyor! Dört beş ayrı tanımını her kitapta okuyabiliriz.

Onlardan farklı olarak şu iki tanıma bir itirazınız olur mu?
Birincisi; azlığın aritmetik çokluk karşısında korunduğu siyasal sistemin adıdır.
İkincisi; farklılığı kabul eden, onu içine sindiren ve yöneten siyasal sistemdir. Demokratı da demokrasinin tüm kurum ve kurallarını içine sindiren diye tanımlamak olası mı! Yüksek sesle hayır deseniz bile, içinizden evet dediğinizi; ya da tersten doğruyu söylediğinizi kabul edelim. Buna göre düşünelim; İsmet İNÖNÜ dahil olmak üzere cumhuriyet tarihi boyunca başbakanlık yapmış kişilerin içinde demokrasiye iman etmiş, bunu içine sindirmiş ve uygulamak için koşulları zorlamış bir tek parlamenter ya da politikacı var mı? Benim yanıtım “yok” şeklindedir. Eğer olsaydı, seçim barajı yüzde on olur muydu? Eğer olsaydı, milletvekilleri parmak kaldır indir robotları gibi görülür müydü? Eğer olsaydı, meclis iç tüzüğü değiştirilmiş olmaz mıydı? Eğer olsaydı, dokunulmazlıklar kalkmış olmaz mıydı? Eğer olsaydı, parti liderliği sultası yıkılmış olmaz mıydı? Bu “eğerlerin” sonu yok. Bu nedenle burada kesiyorum.

Şimdi gelelim asıl soruya. Ulusal egemenliğin vücut bulmasını beklediğimiz meclisin seçilmiş mensupları demokrat değilken, siyasi partiler kendilerine göre ve kendilerine kadar demokrasi tanımı yaparken, nasıl oluyor da genelkurmay başkanından demokrat olmasını bekliyorlar. Buna yalın bir yanıt vermek mümkün. Kendimizi aldatmak hoşumuza gidiyor da ondan. Oysa bir gerçek tüm çıplaklığıyla karşımızda duruyor. Türkiye cumhuriyeti devletinin de, ABD’nin de, Uganda’nın da genelkurmay başkanı d-e-m-o-k-r-a-t o-l-a-m-a-z. Neden? Çünkü adı silahlı kuvvetler olan bu kurumun mimari yapısı faşizan bir yapıdır da ondan. Komutan kimdir? Verdiği emirle, emrinde bulunan askeri ölüme gönderen kişidir. Üstelik bu hakkı ona yasalar vermiştir. Komutanın verdiği emri dinlemeyen asker olur mu? Belki olur. Ama savaştaysa kurşuna dizilir, barıştaysa askerliği bitmez! Verilen emri demokrasiyle bağdaşmaz ya da hiç demokratça değil, diyerek tartışabilir misiniz? Askerdeyken ota da, boş banka da, dağ başındaki hela kapısına da nöbet tutarken, emre içinizden küfür ettiniz, ama emri veren kişinin demokratlığını sorgulamak aklınızın ucundan geçmedi. O emri veren teğmen, bugün emekli olma hazırlığı yapan genelkurmay başkanıdır. Orgeneral ÖZKÖK diyor ki; “Herkes kendisine layık Genelkurmay başkanını özler!” Kimisine göre bu birinci sınıf bir cevaptır. Hayır bu yanıt ÖZKÖK’ün birinci sınıf olduğunu göstermez. Çünkü, genelkurmay başkanları ordu mensupları tarafından ortaya sandık konularak seçilmiyor. Hiçbir ordu mensubu gönlündeki kişiyi o makama gönderme hak ve yetkisine sahip değil. Halk hiç değil. Zaten bu olamaz çünkü ordunun yapısına faşizm egemendir. Olması gereken de budur.

Orgeneral ÖZKÖK’ün demokratlığı ne zaman tescil edilirdi. Düşünelim: Cumhuriyet tarihimiz boyunca neden hep karacılardan genelkurmay başkanı olmuştur. İç hizmet yasasında yazılı olmasına rağmen, yasalar hükümete yetki vermiş olmasına karşın, niçin bahriyeden ve hava kuvvetlerinden genelkurmay başkanı atanmaz. Demokrasi arıyorsanız buraya bakmalısınız. İşte Orgeneral ÖZKÖK, bu makama deniz ya da hava kuvvetleri komutanını atamanın önünü açsaydı demokrat olurdu. Yoksa hükümetle aynı görüşü bildirdiği ya da ona muhalif görüş bildirmediği için değil. Askerin siyasi konularda tabii ki konuşmaması gerekir. Zaten konuşması tamamen yanlıştır.

Yine düşünelim: Demokrasinin gereği olarak bir halk oylaması yapılsa ve Erman TOROĞLU mu yoksa ona maganda diyenler mi haklı dense, sizce sonuç ne çıkar? İşin tuhaf tarafı, 1980 öncesi ülkü ocaklarının yurtsever çocuklarına teorisyenlik yapıp onları ölüme gönderen faşist şahsiyetlerin, bugün, Kürt-İslam sentezcisi olarak kuramlar geliştirip gazetelerinde köşe yazıları yazıyor ve Orgeneral ÖZKÖK’ü “en demokrat” Genelkurmay başkanı olarak ilan ediyor olmalarıdır. Bu da ancak yukarıda millet tanımını verdiğim Türkiye’de olur.

Genelkurmay başkanı ister kodumu oturtan ister oturtmayan olsun, karşımızda dev gibi bir gerçek duruyor; Lübnan`a asker gönderilecek mi? “Edirnekapı’daki şehitlikte” bir adada Lübnan şehitleri için yer ayırdılar mı acaba? Öncelikle bunu bilmek istiyorum. Başbakan ve Dışişleri Bakanımızın kafası net mi bilemiyorum ancak kafamız yine karıştı. Niye mi? Lübnan’a asker göndereceğiz de ondan.

Bu toprağın çocukları 2 Ağustos 1914 tarihli Osmanlı-Alman gizli antlaşması ve 29 Ekim 1914’te Yavuz’un salvoları sonucu Galiçya’dan Sarıkamış’a, oradan Yemen’e kan akıtmadık coğrafya bırakmadılar. Bir imparatorluğu kaybetmek için bu kadar çok şehit, kayıp, yaralı vermeye değdi doğrusu! Sonra 13 bin şehitle kurtuluş savaşı yapıp cumhuriyet kuruldu. Bu kutsal savaşta insanımız gözünü kırpmadan gitti ölüme. Bu vatan böyle kurtuldu, bu devlet böyle kuruldu. Gazi Mustafa Kemal de yalnızca tek bir madalya taktı göğsüne; “İstiklal Madalyası”. Şimdikiler memlekete ne hizmeti yaptıkları belli değilken onlarcasını takıyorlar. Bunlara bir tane daha eklenecek; Lübnan’da hizmet madalyası! Yıl 1950-1953 arası... Kore’de ABD’nin yaptığı bir savaş. Yine dünyaya barış getirmek amacıyla ilan edilmiş bir savaş... Türkiye NATO’ya girmek istiyor ama ABD hayır diyor. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’nda kanımız akmamış. Ve o günkü başbakanımız yüzünde gülücüklerle, dışişleri bakanımız da pek mes’ut ve bahtiyar bir çehreyle Türk askerini oraya gönderdi. Kore Savaşı insanlık adına, barış için yapılmıştır. İddia buydu. Başkan TRUMAN, “Eğer Rusya demirden bir yumruk ve kaba bir lisanla karşılaşmazsa, bir dünya savaşı kaçınılmazdır”, diyordu. Başkan’a göre, onlar tek bir dilden anlarlardı: “Kaç tümeniniz var?” Bugünkü Başkan BUSH’a göre de İran, Suriye, Hizbullah, Hamas tek bir lisandan anlarlar: “Kaç tümeniniz, kaç füzeniz var. Üç bin altmış dört Türk askeri kanını akıttı. Yedi yüz kırk bir şehit verdik. Puson’da yatıyorlar. Anadolu toprağına getiremedik. Ama Ortadoğu kulağımızın dibi, nakliye uçaklarıyla birkaç saat içinde taşırız. Sonuç ne oldu: NATO’ya girdik ama Yunanistan’da girdi. Peki sonra ne oldu? Akıtılan Türk askeri kanının bedeli olarak Kıbrıs Adası Yunanlılar’a verildi. Şimdi Lübnan’a asker gönderme konusuna bir de bu pencereden bakalım. İsrail’e yedi milyar dolar mal olan, çocuk ve sivillerin öldürüldüğü, ahlaki değerlerin ayaklar altında çiğnendiği başarısız bir taarruzun sonucunda, İsrail’in ve ABD’nin silahlarını ellerinden alamadığı Nasrallah güçlerini Türk askerinin de içinde bulunduğu 22 ülke askeri dizginleyecek. Ya da önünde duvar örecek. Bunu ne için yapacak. Bölgede Lübnan savaşı ardından ortaya çıkan barışı korumak için yapacaklar. Ortada barış var mı ki onu koruyacak BM gücü olsun! Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu 1701 sayılı kararın nasıl uygulanacağına dair ayrıntı ve netlik yok. Görev tanımı yapılmadı. BM bu konuda ikinci kez toplanıp, görev tanımı ve öteki ayrıntıları belirlemeyece