OLLI REHN

“AVRUPA’YI SINIRLAR DEĞİL, DEĞERLER TANIMLAR”
 
2004 yılı tarih kitaplarında Avrupa Birliği’nin en büyük tekli büyümesinin gerçekleştiği yıl olarak hatırlanacak. On ülke katıldı, diğerleri de giriş görüşmelerini tamamladı.
 
Birlik yarım asırlık tarihi boyunca beş defa genişledi, bu süreç devam edecek. 2004 yılı sonunda Türkiye ve Hırvatistan ile giriş müzakerelerinin başlanması kararının alınması bunun açık bir kanıtıdır. 2009 yılında Genişleme Komisyonu Üyesi olarak görevimin sona ermesine dek, bu bölgedeki başka birçok ülkenin de Avrupa Birliği ile yakınlaşmış olacağını umuyorum. Amacım 2009’da AB’nin, Sırbistan ve Karadağ dahil olmak üzere, Avrupa Birliği yolunda ilerleyen Batı Balkan ülkelerinin yanı sıra, sıkı reformlar aracılığıyla bu yolda olan Türkiye ile birlikte, yaklaşık 27 üyeye sahip olmasıdır. Genişleme AB’nin en başarılı politikalarından biridir. Birlik barış ve demokrasi bölgesini Avrupa kıtasının her yanında yaymıştır. Geçtiğimiz Mayıs ayında 10 yeni üyenin girmesinden sonra, AB Atlantik’ten Karpat dağlarına, kuzey Laponya’dan doğu Akdeniz’de Levant sahiline kadar uzanmaktadır.

Bana Avrupa’nın nihai sınırlarının nerede olduğu sık sık sorulur. Yanıtım Avrupa’nın haritasının sadece toprakta değil, zihinlerde de çizildiğidir. Coğrafya çerçeveyi oluşturur, ancak Avrupa’nın sınırlarını oluşturan temelde değerleridir. Genişleme en temel olanları özgürlük ve dayanışma, hoşgörü ve insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü olan Avrupa değerlerini yayma meselesidir. Avrupa kamuoyunun ve devletlerinin kabulünü kazanmak için bir ülkenin karşılaması gereken dört ana ölçüt bulunmaktadır. Öncelikle, ülkenin kendi halkının katılma iradesi ile ölçülen bir Avrupa istidadına sahip olmalıdır. Türk halkında bu istidat varken, Norveç bugün diğer kriterlerin çoğunu karşılayabilecek durumda olsa da, Norveçlilerde görünüşe bakılırsa yoktur. AB’ye girmek bir ülkeyi değiştirir. Ülke kendi iç yasalarını ve kurumlarını etkileyen, daha büyük bir topluluğun parçası haline gelir. Seçkinler bu kararın meşruiyetini tek başlarına belirleyemez; yurttaşlarca desteklenmesi gereklidir.

Bu nedenle, sivil toplum AB’ye katılım sürecinin temel bir parçasıdır. Politikacıların bir anlaşma imzalaması veya teknokratların birkaç kanuni değişikliğe karar vermesinden ibaret değildir. Bu dönüşüm sürecinin yukarıdan aşağı olduğu kadar aşağıdan yukarı da işlemesi gerekir. İkinci ön şart her müstakbel üyenin Avrupa değerlerine saygı duyması ve daha da önemlisi bunları hayata geçirebilmesidir. Bu özellikle yaşamın her alanında hukukun üstünlüğü ile ilgilidir. Buradaki kilit konular yolsuzluğun kökünün kurutulmasının yanı sıra, azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunmalarıdır. AB güç değil hukuk toplumudur. AB’de büyük ve küçük devletler yan yana yaşar. Avrupa Birliği’nde iş hayatını güç dengesi politikası yerine, hukukun üstünlüğü hakimdir. AB’ye giriş, Avrupa değerlerini günlük hayatın dokusuna yedirmekle ilgilidir. ‘Değerler’ kulağa bir hayli muğlak gelmektedir ancak AB’nin yeni Anayasal Anlaşması’nda açıkça ortaya konmaktadır. Bunlar demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı ve azınlıkların korunmasını içerir. Bunları uygulamak için, üye ülkelerin bu değerlere toplumun tamamında saygı gösterilmesini sağlamaları gereklidir. Sırbistan ve Karadağ’da, Avrupa Değerleri konusundaki tartışmaya önderlik etmesi gerekenler akademisyenler, aktivistler, entelektüeller ve dini derneklerdir. Temel anlamda, milliyetçi bir geçmiş ile Avrupalı bir gelecek arasında seçim yapılması gereklidir. Üçüncü ön şart ise, tüm üyelerin, üyeliğin sadece yararlarını değil, aynı zamanda görevlerini de taşıyabilmesidir. Katılma olasılığı bulunan üyelerin AB kurallarını gereken şekilde uygulamak için gereken idari yetkinliğe sahip olduklarını göstermeleri gerekmektedir. Aynı zamanda, işleyen bir piyasa ekonomisine ve AB’nin iç piyasasından gelen rekabet baskıları ile başa çıkabilme yetisine sahip olmaları gerekir. Sırbistan ve Karadağ için, AB üyeliği gerçekçi ve değerli bir hedeftir. Bundan sonraki adım İstikrar ve Birlik Anlaşması temelinde müzakerelerin başlatılması olacaktır. Benim bakış açıma göre, Sırpların ve Karadağlıların Avrupa Birliği’ni ziyaret etmek için vizeye başvururken karşılarına çıkan prosedürlerin iyileştirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Ancak, Üye Devletlerin bunu yapma konusundaki istekliliğin bu ülkenin sınır kontrol sistemlerini iyileştirme, organize suça ve yolsuzluğa karşı savaşma alanında gerçekleştirdiği reformların hızına dayalı olacağı unutulmamalıdır. Bölgesel işbirliği veya bölgesel entegrasyon yeni bir şey değildir. AB’nin kuruluş ilkesidir. Jean Monnet ve diğer vizyonerler Avrupa entegrasyonu fikrini ilk olarak tasarlarken, Avrupa ekonomilerini gönüllü olarak, aralarında bir savaşın düşünülemez hale gelmesini sağlayacak kadar sıkı bir biçimde entegre hale getirme amacını gütmüşlerdir.Jean Monnet buna ‘la solidarité de faits’ (‘olguların dayanışması’) demiştir. Fiziksel olarak başlayan ancak zihinsel ve düşünsel hale gelen bu türden bir dayanışma, AB’nin bu bölgede, bu ülkede inşa etmenize yardımcı olmasını istediğim dayanışmadır.