YAZDIK DA NE OLDU! Hadi Neşet TÜRKMEN
Ekonomik ve Siyasi Danışman
Sırası mı?
 
Bu sütunlarda bir kaç yıl evvel yayınladığımız bir yazıda, sayın Abdullah GÜL ile ilgili Amerikalı bazı üst düzey çevrelerin değerlendirmelerine yer vermiştik. 2003 genel seçimleri öncesinde sayın GÜL’ün yapmış olduğu ABD ziyareti sonrası oluşan kanaat mealen şöyleydi: “İkinci adam olarak kalmasını bilen birinci adam.”

Amerikalılar’ın bu tespiti sonrası sayın GÜL, geçici bir dönem de olsa Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı oldu, sonra da AK Parti Genel Başkanı sayın Recep Tayyip ERDOĞAN parlamenter sıfatını kazanınca oturduğu koltuğu sorunsuz bir şekilde genel başkanına terketmişti.

O günden bu yana sayın GÜL Başbakan Yardımcısı sıfatını ve Dış İşleri Bakanı görevini umulanın üzerinden başarılı bir şekilde yürütmekteydi... Bu süreçte de Amerikalılar’ı daha önce de kendisi hakkında yapmış bulundukları değerlendirmelerde hiç mahcup etmedi ve “İkinci adam olarak kalmasını iyi bildi ve birinci sınıf adam gibi de görev yaptı.”

Ne olduysa oldu! 2006’nın Haziran ayında kamuoyunun hiç de beklemediği bir ortamda sayın GÜL bir medya kuruluşunda yayınlanan röportajında sayın ERDOĞAN’ı rahatsız ettiği sonradan anlaşılan bazı cümleler kullanmıştı. Bu onun alışılmış bir üslubu olmadığından bayağı yadırgandı. Beşiktaş Kulübü sempatizanlığı ile bilinen sayın GÜL’ün, Fenerbahçe sempatizanı sayın Başbakanını sanki kupa maçı sonrası tatlı bir şekilde kızdırması gibi röportaja yansısa da, “konunun derinliklerinde”... zaman zaman fevri hareketler yapan Başbakan’ı ben frenliyorum hatta anlasın diye de kimse görmeden işaret ediyor ve bazen de ayağına basıyorum diyordu...”

Ak Parti’nin uluslararası bir gündem olan ve en başarılı yürüttüğü AB ilişkilerinde başrol oynayan Başbakan’ın, Brüksel toplantısında, ikinci adamı tarafından frenlenmesinin medyaya ve kamuoyuna yansımasını, birinci adam bir türlü içine sindirememişti. Aslında aynı pozisyonda olan hiç kimse de bu durumu içine sindirip kolay hazmedemezdi. Önemli olanda, bunu bizlerden daha iyi bilen sayın GÜL, neden bu röportajın bu şekliyle yayınlanmasına ihtiyaç duymuştu?... Yoksa sabrı mı taşmıştı ya da Amerikalılar zamanında onu yeteri kadar doğru anlamamışlar mıydı? Veya başka bir olay ortaya çıkacaktı da birileri sayın GÜL’ü mü kullanıyorlardı? Bütün bunların hiç biri olmayıp da Ak Parti’nin son kullanma tarihine karar verenler mi acaba düğmeye basmışlardı?...

Yeni Ortadoğu projesini çizmek isteyenlerin başında gelen Condolizza RICE (ABD Dışişleri Bakanı) ile bile ilk ismi ile konuşabilen sayın GÜL, Ortadoğu sınırlarının çizileceği süreçte ve sonrasında acaba “Durması gereken konumdan, olması gereken konuma mı hazırlandırılıyordu?” Önümüzdeki dönemde hep birlikte yaşayarak sonuçları göreceğiz!...

Bugünlerde medyamızda biraz daha farklı başlıklara da rastlıyoruz ve öyle görünüyor ki uzun bir süre de rastlayacağız. “Gül-Erdoğan arasında soğukluk mu var?” Çünkü sayın GÜL, son dönemde sayın ERDOĞAN’ınbilgisi dahilinde danışmanı sayın ZAPSU tarafından sayın GÜL’ün yetkili ve sorumlu olduğu konularda baypas ediliyor gibi...

Sayın GÜL ve muhalefet partilerinin dışında bu durumdan belli ki Ak Parti üst yönetimi ve sayın Başbakan hiç de rahatsız değiller!..

Hükümetin ikinci adamının durumdan rahatsız olması ve sadece küsmüş tavırda bulunması bazı Ak Parti dışı kesimleri sevindirse de, Genelkurmay’da yapılan değişiklikler, Ortadoğu’daki Filistin – Lübnan savaşı, cumhurbaşkanlığı seçimi ve de yeni Ortadoğu projeleri ile sınırlarımızda, komşularımızda yaşanacakgelişmelerin bulunduğu yüzyılın en önemli değişim sürecinde, Türkiye’nin önemli adamlarının sıralama kavgasında olmaları ülkemiz adına sıkıntı ve tehlike oluşturacaktır. Hükümetin bu iç sıkıntısı yetmezmiş gibi, devletin en üst kademelerinden yöneticilerimiz, Lübnan’a asker gönderme konusunda farklı düşünce sahibi olduklarını kamuoyu önünde tartışmaları, bu yüzden sade vatandaşlarımızı endişeye sürüklemektedir. Jeopolitik olarak sorumluluğu ve yönetimi zor olan Türkiye kendi meselelerinin yanında bölgesel komşularının da problemleri nedeniyle siyasi, askeri, ekonomik ve de insani açıdan meselelere kayıtsız kalmamalıdır. Bu doğru bir tespit olsa da, tek çare savaş değil. Uygulama ve karar verme noktasında olan devlet büyüklerimiz ve de yurttaşlar olarak bizlerin de şimdilik birinci ve ikinci adam sorunlarını aşmalarını dilemekten başka çaremiz yok. Aslında bizler de dünyanın ve bölgemizin huzura ve barışa kavuşmasını ve asıl işimiz olan ekonomiye dönebilmeyi sabırsızlıkla bekliyoruz. Aksi halde bu problemler piyasaları vuracaktır; bizler de bundan sonra zaten savaş muhabiri olamayız ki. Başımıza bir iş daha açmayalım ve çocuklarımızı da birileri istiyor diye göz göre göre ölüme göndermeyelim. Lütfen pişman olunmayacak kararlarda ve barışta buluşmak üzere...