EKONOMİK FORUM Prof. Dr. Sadi UZUNOĞLU
Trakya Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi
Merkez Bankası ve Faizler Üzerine Notlar
 
Merkez Bankası’nın faiz oranlarını "enflasyon beklentisine" göre düşürdüğü, bu konuda bir tereddüt olması halinde faiz oranlarını düşürmeyebileceği yönündeki açıklamalar "birçok" kesimi rahatsız etmeye başladı. Bu kesimler; Merkez Bankası’nın yüksek reel faize ortam hazırlayarak döviz kurlarının aşağı doğru seyretmesine bir başka ifade ile Türk Lirası’nın "aşırı" değerlenmesine neden olduğunu bunun da ülkenin rekabet gücünü düşürdüğü yönünde eleştirilerini sürdürüyorlar.

Diğer taraftan da Merkez Bankası’nın faiz oranlarını düşürmemesinin ekonomide yüksek faiz nedeniyle durgunluk yarattığı yönünde eleştirenler de var. Peki kim haklı? Eğer enflasyon düşmeye devam ederse ve Merkez Bankası daha fazla faiz oranlarını düşürürse ne olabilir? Sorunun çözüm kaynağı Merkez Bankası mı?

1.Öncelikle sorunu net biçimde ortaya koymamız gerekiyor. Türkiye’de cari açığı milli gelirin yüzde beşinin; yani kritik seviyelerin üzerine taşıyan temel unsur; makro ekonomik dengesizliktir. Eğer bir ülkede kamu açığı ve tasarruf açığı var ise yani ülke tasarrufundan daha fazla yatırım yapıyorsa, kamu gelirinden daha fazla harcamaya çalışıyor ise otomatik olarak ortaya dış açık çıkar.
2.Türkiye’de nominal faiz oranlarının hızlı düşüşü tasarrufu caydırıp, özellikle tüketimi teşvik ediyor. 2003 yılının ortasından 2004 yılının sonuna kadar hızla artan tüketici kredileri ile ekonomide "geçici" bir canlanma yaşandı. Dış talebe yönelik büyümesi gereken ekonomi hızla iç talebe dayalı büyümeyi tercih edince doğal olarak ekonomi canlandı ve yatırımlar artmaya başladı. Bunun sonucunda da ciddi bir dış açık ortaya çıktı. Peki bu kimin işine yaradı? Tabii ki kamu kesiminin… Kamu artan tüketim ve artan ithalat nedeniyle ciddi biçimde dolaylı vergi topladı ve bütçede gelir ayağını artırmayı başardı. Aksi takdirde kamu durgun bir ekonomide nasıl vergi toplayacaktı?
3.Merkez Bankası faiz oranlarını aşağı çekse ne olur? Bunun yanıtı "dövize talep artar" olabilir. Ama başka bir yanıtı daha var. Faiz oranlarının aşağı doğru düşmesi tasarruf açığını daha da artırır ve cari açık daha hızlı artmaya başlar.
4.Önce birincisinden başlayalım. Dövize talep artıp döviz yukarı doğru çıkarsa ne olur? Tabii ki Türkiye’nin rekabet gücü hızla artar. Bu doğru ama bir de işin diğer boyutu var. Peki Merkez Bankası artan döviz kuru nedeniyle enflasyonu ithal etmiş olmayacak mı? Bu durumda enflasyonun yukarı doğru çıkması Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesi adı verdiği politikayı ne hale getirecek?
5.Peki dövizin artması kamu dengelerini ne hale getirecek? Bu da işin diğer boyutu… Kamunun toplam borcunun (GSMH’nın yüzde 76’sı kadar) en az yüzde 40’ı döviz ve dövize endeksli. Yani 2004 yılı sonu itibariyle 235 milyar dolarlık iç ve dış borcun yaklaşık 100 milyar doları döviz cinsinden. Bu durumda dövizle borçlanmanın maliyeti artmayacak mı? En büyük açık pozisyona sahip olan Hazine dövizin yükselmesine tahammül edebilir mi? Niye topu Merkez Bankası’nın üzerine atıyorlar ki? Merkez Bankası enflasyona bakıp TL faizini indiriyorsa şimdi indirmesi gerek faizleri. Peki faiz indi dövize talep artarsa Hazine borcunu nasıl çevirecek acaba? Yoksa ekonomi yönetimi dövizin durumuna bakıp "timsah gözyaşı" mı döküyor?
6.Merkez Bankası faizleri düşürdü diyelim. Yıllık olarak 20 milyar doları aşması beklenen cari açığın finansmanı ve net dış borç ödemelerini Türkiye nasıl yapacak? Türkiye kısa vadeli sermaye hareketleri (büyük bölümü sıcak para) ile cari açığını finanse etmiyor mu? Peki sıcak parayı nasıl çekeceğiz? TL faizini düşürüp dövize talebi artırırsak bu finansmanı sağlayabilir miyiz? Diğer taraftan "sıcak para getirisi" havucu ile çektiğimiz bu paranın hızla dışarıya çıkmayacağının garantisi var mı?
7.Bu durumda sıcak paranın ülkeyi tek etmemesi ve "1997 Asya Krizi" benzeri bir kriz yaşanmaması için yapılacak fazla seçeneğimiz yok; ya sermaye hareketlerini kontrol etmek ya dabırakın dövizin yükselmesini bu sermayeyi Türkiye’de tutmak için döviz kurlarını daha da aşağı çekmek zorunda kalırız. Peki bu durumda çok şikayet ettiğimiz rekabet gücümüz ne olacak?
8.Türkiye’nin rekabet gücünün düştüğünü ve bu durumda ekonominin tamamen ithalata dayalı bir üretim tarzına doğru yöneldiğini veya yönelmek zorunda kaldığını biliyoruz. Yaklaşık iki üç yıldır yaşanan "olumlu gelişmelerin temelinde döviz kurunun gerilemesi yani Türk Lirası’nın değerlenmesi" yatıyor. Yoksa "yapısal reformlar" yapıldı, Türkiye ihracata yönelik rekabet gücünü artırdı da mı enflasyon konusunda, mali disiplinin sağlanması konusunda bu iyileşmeler yaşandı. Kendimizi kandırmayalım. Dövizin üzerine ne zaman "baskı" kursak aynı geçici iyileşmeleri yaşamadık mı? Merkez Bankası’na TL faizlerini düşür diyenler bunun sonucuna katlanabilir mi? Oysa tartışılması gereken konu bu değil.
Yalnızca gündemi saptırma…
Türkiye’nin rekabet gücünün artırılması için kamusal yüklerin aşağı çekilmesi gerekiyor. Vergilerin, sosyal güvenlik sistemine ödenen primlerin ve diğer kamusal yüklerin azaltılması şart.
Peki hep bu konuşuluyor da neden yapılamıyor? Bütçenin yüzde 40’ı ile faiz ödemeye çalışılıyorsa, yaklaşık yüzde 15’i ile sosyal güvenlik açıklarını kapatmak zorunda kalınıyorsa, vergilerin yüzde 73’ü dolaylı vergilerden yani harcamalar üzerinden alınıyorsa bu bütçede ne tasarruftan ne de kamusal yüklerin azaltılmasından söz edilebilir. Tam tersi bu yükler daha da artmaya devam edecektir.
Maliye politikasında esnekliği kalmayan bir ülke tabii ki yalnızca para politikası ile işi idare etmeye çalışır. Eğer ülkenin servetinin yarısı da dövizde duruyorsa onun da esnekliği tartışılır. Bu durumda tek bir çıkar yol kalır. Topu taca atmak… İşte bugün yapılan tartışmanın aslı bu. Çünkü tüketici kredileri ve dövizi baskı altına alarak yaşanan "olumlu havanın" sonuna gelindi. Şimdi toplumun geniş kesimleri uzun vadeli olarak borçlandırıldı. Artık harcama eğilimi azaldı. Vergi tahsilatında tabii ki sorun yaşanacak çünkü vatandaş harcayamıyor.
Ekonomideki gelişmeleri olumlu olarak değerlendiren iş adamlarımız ekonominin durgunluğundan şikayet etmeye başladı. Faizler düşsün daha fazla tüketici kredileri ile vatandaş harcama yapsın. Gelirler artmıyor ki vatandaş harcasın. Tek çıkar yol faizleri aşağı çekerek borçla ekonomiyi büyütmek.
Açıkça ifade edelim: Döviz kurunun ve TL faizlerinin bugünkü durumu özellikle cari açığın finansmanında bir politika aracı olarak kullanılıyor ama nedense kimse bunu dile getirmek istemiyor. 2003 yılının ortasından itibaren uygulanan ekonomi programını, borcun vadesini, bütçenin çıkmazını tartışacağımıza hedef saptırmaya devam ediyoruz. Artık yolun sonuna geliniyor. Türkiye’nin rekabet gücünü artırmak için kuru yükseltsek kamu başta olmak üzere açık pozisyonda olanlar ciddi biçimde zarar görecek.
Bu şekilde gidersek ülkenin rekabet gücü düştüğü için ithalata dayalı bir ekonomi haline geleceğiz ve cari açık sorunumuz devam edecek. Sıcak parayı çekemesek cari açığın finansmanında sorun yaşayacağız. Rekabet gücünü artırmak için kamusal yüklerin bu bütçe ile aşağı çekilmesi de mümkün değil...
Sıkıştık kaldık…