SPECTRUM Av. Hakan HANLI
Uluslararası ve AB Hukuku Uzmanı/Ortak PEKİN&PEKİN
ÇANAKKALE’den VATANKALE’ye
 
Bu yazı bir iddia değil, katılmak isteyen herkese açık, ama boşverilemeyecek kadar önemli. Lütfen okuyunuz, düşününüz ve katılınız.

I. Giriş : ‘GELİBOLU Esinlenmeleri’
Öncelikle dünyanın en büyük imparatorluklarının dahi, teknik ve teknolojik üstünlükleri ne kadar üstün olursa olsun, yenilebileceklerini göstermesi açısından fevkalade önemlidir. Büyük İngiltere İmparatorluğu, aldığı bu yarayla kendine gelemeden, çok kısa bir süre içinde sömürgelerini kaybetti. Petrol bölgesinde ki hayallerinin üzerine soğuk su içti. Ancak, İngiliz devlet politikasının hayran kalınmaması imkansız ve bütün diğer devletlere örnek olması gereken; sabır, süreklilik, ısrar ve diplomasinin (diplo-macias; çift maske, yani asıl kendi anlamı olan iki-yüzlülük) gerektirdiği, diğer bütün hasletleri sayesinde yıllar sonra, yine çok dolaylı bir şekilde bu konuda başarıya ulaştılar. Unutmayalım ki, şu anda bile petrol bölgesinin üzerinde hakim ve silahlı güç, diğer ortağını pek de ustaca yıpratan yine İngilizler’dir.

II. GELİBOLU Savaşları: ‘Dünya Ülkeleri Açısından Özet Sonuçları’
1. İngiltere açısından: İngilizler, Winston CHURCHILL’in pek de övünülemeyecek ailesel ve psikolojik geçmişini daha iyi analiz etmişlerdir. Avusturalyalılar ve Yeni Zelandalılar da kendilerine; ‘biz kime karşı, niçin savaştık? !.’ sorusuyla doğan ve daha sonra bağımsızlıklarını kazanmalarına kadar giden bir süreci tetiklemiştir. Ayrıca, İngiltere kendisi için savaşanları dahi kaybetmiştir. Kim ve ne için savaştığını bilmeden, gözü kapalı olarak Majestelerinin dediğini yapan, sadık sömürgelerini dahi kaybetti.

2. Fransa açısından: Fransızlar da aynı şekilde bütün sömürgelerinin üzerindeki etkinliklerini kaybetmeye başlamışlardır. Napoleon BONAPARTE’dan bu yana, dış politikalarının ‘romantik gayesini’ teşkil eden ‘oriyantalist ve egyptolog (Mısır hakimiyeti)’ gibi projelerinden çark etmek zorunda kalmışlardır. Bu mesele, artık romantizmini kaybetmekle kalmamış, hazin bir hülya olmuştur.

3. Almanya açısından: Tek başına bir başlık oluşturmaya yetecek kadar içeriği geniş olan bu hususa ve Türk-Alman ilişkilerini, tamamıyla ayrı bir yazıda ele almak gerektiğini düşündüğümüzden, bu yazıda pek değinmiyoruz. Yoksa unuttuğumuzdan değil, zaten unutulacak gibi de değil... Ancak, bu konuyla gelen bir ilhamı zikretmeden geçemeyeceğiz, tecrübenin bir tanımı da ‘yenen kazıkların toplamıdır’. Acaba yeteri kadar tecrübe edindik mi? Yoksa bu konuda asırlardır emek sarfeden dostlarımız yeni tekniklerini bizden esirgemeyecekler midir ? Ümit veren şudur ki, yarınlara daha yaralı daha bereli, ama daha tecrübeli bir hazırlık içinde olmamızdır.

4. Rusya açısından: Ruslar sıcak denizlere inememiş, boğazlar üzerindeki ısrarcılıklarından da vazgeçmişlerdir. Rusya’da pek de Gelibolu Savaşı’yla arasında bağlantı kurulmayan birşey daha olmuştur. O da ‘1917 Bolşevik İhtilali’ ’dir. Gelibolu Savaşları’nın neticesi farklı olsa idi, en büyük kapitalist ülkelerden birisi haline gelebilecek olan Rusya, Sovyet yapısının gerektirdiği komünist karakterine dönüşmek zorunda kalmayacaktı.
K. MARX yazdıklarını yazmayacaktı.
F. ENGELS yazdıklarını yazmayacaktı.
V. L. LENIN Bolşevik ihtilalini yapmayacaktı.

5. Arap Ülkeleri açısından: Arap ülkeleri ise, kendi küçük devletlerini kurmaya başlamışlardır. Ve ellerinden geldiğince, bağımsız olmaya çalışmışlardır.

6. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye açısından: Düyun-u Umumiye’nin bütün hesaplarını yeniden gözden geçirmesine ve işgal planını görünmeyen silahlarla, bizim ‘sath-ı müdafa’ olarak kutsadığımız alana nasıl etkin olabilecekleri konusunda; bir sabır, gayeden sapmama (sebat), süreklilik içerisinde ticari, ekonomik çalışmalar ile; nifak sokma, Türk Ulusu’nun aynı ruhu taşıyamaması için özel misyonlar yaratmak ve bunu dini bütün yerlerden başlayarak teşkilatlandırmak gibi çalışmalara karşı da, zamana yayılmış bir seri politika arayışına, tesbitine ve uygulamasına itmiştir.

III. Gelibolu’da Ruhunu Teslim Etmeyen Vatan Nasıl Kurutulur ?:
‘Teşhis ve Tedavi’
Bugünün Türkiye’sinde, malesef görünen odur ki; bu tür bir savaş demeyelim ama, yıkıcı bir mücadele de Gelibolu’dan çok daha başarılı oldukları kesindir. Bu teşhiste yanılmıyorsak, acilen tedavisine de el atmak zorundayız. Şöyle ki;
1. Ulusal Birlik: Bu ancak ‘ulusal birliğimizi’ yeniden en üstün seviyesine taşıyarak mümkündür.
2. Güven: Türkiye’de yaşayan herkesin birbirine ‘en saygın derecede güvenmesiyle’ olur.
3. Bütünlük: Herkesin artık şunu bilmesi gerekir ki, bütün olmamızın ilk ve tek yolu ‘bölünmemek’tir. Biribirimize düşürülememektir. Bu hususu, hayal bile edilemeyecek girişimler seviyesine taşımaktır.
4. İtibar: Uluslararası politik ve ekonomik platformlarda, ‘itibar’ kelimesinin anlamını unutmadığımızı ispat etmektir.
5. Çalışkan Gençlik: Bunun da yolu gençliği ve dinamizmi, elinde bir avantaja çevirebilmekten geçmektedir. Hiroşima ve Nagazaki’den bu yana, her Japon ailesi okula başlama çağındaki çocuklarını istemli ve sistemli olarak, felaket yerlerine götürüp; ‘bak yavrum, bütün gücünle çalışmazsan, sonumuz bu olur...’ diyerek, ulusal kapsamda bir bilinçlendirme ve teşvik kampanyası uygulamaktadırlar. Bu yıllardan beri böyledir. Etkileri de meydandadır. Bizim de, bu örnekten yararlanarak, her Türk ailesinin okula başlama yaşlarındaki çocuklarını alıp, Gelibolu’yu gezdirip, ‘Vatanımızın ne kadar kıymetli ve korunmaya değer olduğunu gösterip, ne kadar fazla çalışması’ gerektiğini anlatmakta, çok etkin bir tedavi yöntemidir. Tabi eğer, ‘hasta adam’ psikolojisini sevip, benimseyip, hasta adam olarak kalmak istemiyorsak!..
Sayın Oktay SİNANOĞLU’nun da geçenlerde TV kanallarından birindeki söyleşisinde; dünyanın 500 üniversitesi arasında yapılan bir araştırmada, Türkiye’deki üniversitelerden tek bir bilim adamının dahi katılmadığını belirtti. Böyle birşey, nasıl mümkün olabilir?!.. Ne kadar acı değil mi? En büyük eksikliğimiz ise; en azından bir kuşaktır, devlet adamı ve bilim adamı yetiştirmekte zorlanıyor olmamız.

IV. Sonuç: ‘Birlikteliğin Asil Kuvveti’ Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda zaten mevcuttur. Gerisi, devlet politikamızın bu yöndeki kararlılığına ve becerisine bağlıdır. Ancak, unutulmamalıdır ki; bu tedavi ne Amerika’da ne de Avrupa’daki ameliyathaneler de gerçekleşmez! Teşhisimiz doğruysa, tedavisini en kısa zamanda ve kendi içimizde başlatmalıyız. Başka çıkış yolumuz da yoktur!... Yine de, var olduğunu düşünüyorsanız ki, buna türlü işbirlikçilikleri de katsanız, fikir olarak saygı gösteririz. Lütfen bildiriniz ki, bu tedavi ameliyata kadar gitmesin. Ayrıca, aklına başka yöntemler gelenler de, lütfen düşündüklerini paylaşsınlar ve böylece ‘birlikten asil kuvvet doğmasına’ yardım etsinler. Biline...