AHMET MİSBAH DEMİRCAN

Avrupa; Kalkınmanın Ana Dinamosunun Yerelin Güçlenmesinden Geçtiğinin Farkına Varmış
 
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah DEMİRCAN Türk Belçika Ticaret Derneği’nin düzenlediği “Ekonomik Misyon” çerçevesinde Belçikayı ziyaret etti. Ekonomik

Misyon ziyareti esnasında ki gözlemleri ve Türkiye’deki farklılıkların neler olduğu hakkında edindiği izlenimleri üzerine konuştuk.
 
Türk Belçika Ticaret Derneği’nin 13-16 Aralık 2004 tarihlerinde düzenlediği “Ekonomik Misyon” ile birlikte AB’nin başkenti Brüksel’deki temaslarınızı ve izlenimlerinizi nasıl değerlendirdiniz?

Çok etkili bir organizasyon oldu. Dolayısıyla o günleri ve periyodu unutmak asla mümkün değil. Hem tarih ve zamanlama olarak hem de yaptığımız temaslar açısından o günleri unutmak asla mümkün değil. Zaten Schaerbeek Belediyesi bizim kardeş belediyemiz. Orada tanıdığımız insanlar ufuk açıcı oldu. Ama en kalıcı en güzel tarafı da yerel yönetimler çerçevesinde yaptığımız resmi temaslarımız ve akabinde Sayın Başbakanımızın bütün Türkiye’yi ilgilendiren Avrupa Birliği süreci içindekio zorlu temasların geçtiği son 48 saatti. Heyecanla bizde onları yaşadık. Ondan sonra o heyetten öteki heyete intikal ettik. Türk Belçika Ticaret Derneği’ne ve size müteşekkirim, organizasyonun zamanlaması çok uygundu. O vesile ile orada olmasaydık, diğer olayları da yakından takip edemeyecektik. Dolayısıyla verimli ve kalıcı izlerledöndüğümüzü rahatlıkla ifade edebilirim. İnşallah önümüzdeki dönemde Avrupa Birliği ile birlikte bizde yerel yönetimler olarak Avrupa’nın yerel yöneticilere ve belediyelere sağladığı kaynakları akıllıca kullanmak suretiyle zaten var olan ilişkimizi ve köprüleri çoğaltarak devam ederiz. Önümüze daha da umutla bakmış oluruz.

AB Komisyonu Yerel Yönetimler Komisyonu ile ikili temaslarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Türkiye ve AB uygulamalarında ne gibi farklılık veya benzerlikler mevcut? Orada net şunu gördüm; AB sürecinde modern dünya devlet yönetimi ile ilgili izlenimlerimi ilk etapta ve ilk elden duyma fırsatını buldum. AB nedir? sorusunun cevabını öğrendim. AB bana göre yerel yönetimlerin zirvede olduğu, yerel yönetimler üzerinden devletin yürütüldüğü, insanlara hizmetlerin götürüldüğü, demokrasinin geliştiği, insan hakları, sivilleşme, şeffaflık kavramlarının daha üst planlara çıkabildiği ve nihayetinde ekonomik gelişmenin de yerelden genele doğru aktığı bir yönetim şekli. Bunu orada net olarak algıladım.

Çünkü o komisyonlara girdiğimizde, komisyondaki insanların ve yerel yönetimlerin imkanlarının; yani iş yapabilme kabiliyetlerinin kanuni anlamda ne kadar fazla olup olmadığını tekrar tekrar sordular ve bu işin üzerinde özellikle durdular.

O zaman bende anladım ki; kendi belediyemde sokakta yaşayan insanları yönetime katabildiğim ölçüde başarılı bir yöneticilik yapabileceğimi nasıl biliyorsam, demek ki Avrupa bunu çözmüş görmüş ve kalkınmanın ana dinamosununyerelin güçlenmesinden geçtiğinin farkına varmış. AB sürecinde Türkiye’nin en önemli kazanımı devleti daha mantıklı ve daha modern nasıl yönetebileceğinin tekniklerini almak olacaktır. Tabi ki ticari ilişkilerimiz devam ediyor ve edecektir de ama neticede bütün zenginlik bizde gizli, bütün potansiyel bizde var.

Bizim tek eksikliğimiz nasıl organize olacağımızı, devleti nasıl yöneteceğimizi bilmememizde ve adımları atarken Amerika’yı tekrar keşfetmemize gerek yok, kurulu bir düzen içersinde daha sağlıklı bir yönetimi nasıl getireceğimizi bize öğretmelerini beklemekte. İşte AB süreci budur ve burada kilit kelime de yerel yönetimlerin güçlenmesidir.

İşte ben Brüksel’de yaptığım temaslarda zaten bildiğim bu gerçekleri biraz daha yakından müşahede etme fırsatında bulundum. Döndükten sonra da özellikle bunu vurguluyorum ve inandığım bu gerçeği de dillendirmeye çalışıyorum.

Schaerbeek Kardeş Belediyesi ile ilgili görüşmeleriniz ve ortak projeleriniz hakkında bilgi verirmisiniz?

Orada Schaerbeek Belediyesine önerileri getiren taraf olduk. Daha dinamik bir Belediye sergilediğimizi düşünüyorum. Bizim önerilerimize onlar da olumlu cevap verdiler. Bunlar daha çok kültürel alanlarda öğrenci değişim programları çerçevesinde gerçekleşecek projeler ve bunların bir adım olmasını temenni ediyorum. Biz zaten hazırız. Biraz da top onlarda. İnşallah önerilerimize olumlu neticeler ve cevaplar alacağız.

Beyoğlu Belediyesindeki yıkılmaya yüz tutmuş tarihi binaların rehabilitasyonu ile ilgili olarak BM’nin destek fonları kullanılıyor mu? Ne şekilde?

Avrupa Birliği’nin fonlarının genelde daha kırsal kesimlerde alt yapıya yönelik fonlar olduğunun farkındayım. Şu dönemlerde bir parça daha sosyal aktivitelere ve insanların iş edinmeye yönelik fonlarının oluştuğunu görüyoruz. Bu fonların parasal değerinden ziyade yine sistem öğretmeye yönelik fonlar olduğunun farkındayız. Ama neticede faydalı ve bugüne kadar üç tane fon almış bulunuyoruz. Başarılı oldukça arkasının geleceğini düşünüyorum. Türkiye’nin bunlara ciddi anlamda ihtiyacı var. Özellikle Beyoğlu’nun. Beyoğlu küçük bir İstanbul’dur. Burada başarılı olan her şey diğer taraflarda daha rahatlıkla başarılı olacaktır. İstanbul’un, tarihi M.Ö. 7.yüzyıla dayanan en eski bölgesi Beyoğlu’dur. Bu bölgede bulunan insanlar bir iş hayatı ile uğraşmış veya bu bölgede yabancı devletlerin temsilciliklerini yapmışlar. Bütün bunları yaparken çok modern bir kentte burada kurulmuş. Hatta Türkiye’nin ilk modern Belediye teşkilatının kurulduğu bölge olmuş ve içinde bulunduğumuz bina da orijinal Belediye Binası olarak yapılmış. Aslında Beyoğlu Türkiye’nin dünya ile buluştuğu, dünyaya açılan önemli bir kapısıdır. Bu özelliğini bugünde hala taşıdığını düşünüyorum.

Yerel yönetimler ve özel sektör işbirliği alanlarında ne tür somut çalışmalar yapılıyor?

Devlet sadece bir kişi ile yönetilmez. Devleti oluşturan, insanların bütünüdür. Bütün insanları motive etmeden, yönlendirmeden istenilen neticeye ulaşmak mümkün değildir. Şimdi bir örnek vereceğim; Bugün Avrupa’da sokakta giderken arabadan attığınız bir çöpü arkadaki araba şikayet ediyorsa buna ispiyonculuk denmez. Buna şu denir;demek ki arkadan gelen araba kendisini en az bir Belediye Başkanı kadar sorumlu hissediyor çevresine yönelik. Demek ki bu nüans önemli bir nüanstır. Devletle toplum son derece barışık ve devletin ne yapmak istediğini insanlar biliyor ve bildiği içinde katılıyor. O halde sivil toplum örgütleri nasıl önemli olmaz? Onlarsız bir şey olur mu? İnsansız yönetim olur mu? O zaman kendi başına, kendi kendine yönetim yaptığını düşünen yöneticilerle neyi nasıl yönettiğini bilmeyen insanlardan müteşekkil bir toplum fotoğrafı ortaya çıkar. Dolayısıyla “şeffaflık ve demokrasi”nin sözde kalmasına tahammülümüz yok. Biz Cumhuriyeti ve demokrasiyi en rahat dönemlerinde Türkiye’de yaşamış bir kuşağız. Ben 37 yaşındayım. İçinde bulunduğumuz özgürlük şartlarının mutluluğunu yaşarken demokrasinin ve şeffaflığın, insanların katılımcılığının çok da yeterli olmadığını görüyor ve üzülüyoruz. Bu insanları bu işin içine nasıl katabiliriz derdindeyiz. İnşallahönümüzdeki bu süreç bize bunu öğretecek.