GÖNÜL PAKSOY

Çocukluğunuzda yaşadıklarınız mutlaka iz bırakıyor
 
Bugünlere hiçbir reklam, tanıtım yapmadan geldim. Yaptığınız iş bir yerde sizin tanıtımınız oluyor ve en doğru davranışın bu olduğunu düşünüyorum. Ciddi anlamda Gönül PAKSOY koleksiyonerleri oluştu. Bu parçalara sahip olmak onlar için önemli. Bu işe başlarken benim gelmek istediğim yer burasıydı.
 
Gönül Hanım sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Ben Adanalı büyük bir ailenin ilk çocuğuyum.Orta öğrenimimi Adana’da bitirdikten sonraistanbul’daYıldız Üniversitesi’nde Kimya Mühendisliği okudum. Çukurova Üniversitesi’nde master ve doktora yaptıktan sonra öğretim görevlisi oldum. Doğal boyayla ilgili çalışmalar yaptım. Türk halılarının boyamadan kaynaklanan sorunlarıyla ilgilendim. Bu sırada resim yapıyordum. Birkaç sergi de açmıştım. Sanatın çok içinde büyüdüm. Beni takip eden 2 kardeşim var. Biri ressam, öteki ressam, heykeltıraş ve iç mimari ile ilgili hoş çalışmaları var.Bazı ortak mobilya tasarımlarımız var ama bu tamamen fonksiyonel bir sanat objesi yapmak amaçlı, seri bir üretim düşünmüyoruz.Diğer kardeşlerim de böyle, hiç biri rutin işleri sevmiyor. Bizden sonra sanat ilgisi yeni nesilde de devam ediyor.Şu anda ağırlıklı olarak tekstil ile ilgileniyorum ama bunun tamamlayan başka ögeler de var. Sanatla bilimin ortak noktası olarak tekstili görmem beni bu yöne sevketti. Üniversitede öğretim görevlisi olmak benim tercihimdi ama daha sonra bazı sebepler nedeniyle kendi isteğimle 1989 yılında bu görevimden ayrıldım. Özel sektörde çalışmak yerine kendi işimi yapmaya yöneldim ve Nişantaşı’ndaki mağazayı açtım. Takı, giysi, ayakkabı, kravat, yelek, elbise, pantolon, ayakkabı, terlik, çarşaf, koltuk, masa örtüsü, peçete; gibi objeler tasarlamaya başladım... Bugünlere hiçbir reklam, tanıtım yapmadan geldim. Yaptığınız iş bir yerde sizin tanıtımınız oluyor ve en doğru davranışın bu olduğunu düşünüyorum.Ciddi anlamda Gönül PAKSOY koleksiyonerleri oluştu.Bu parçalara sahip olmak onlar için önemli. Bu işe başlarken benim gelmek istediğim yer burasıydı.
Ben çok başarılı bir çocuktum. Öyle parmak kaldırarak değil de, birkaç gün içinde keşfedilirdim. Hatta okulda benim için kurallar bile değiştirilmişti. Okul Başkanı son sınıf yatılı öğrencilerden seçilirken ben bu görevi lise 2 ve lise 3 boyunca yaptım. Bana güvendikleri için yöneticiler beni 2 sene üst üste Başkan seçmişlerdi. Bu bana ceza mı yoksa ödül mü anlayamamıştım.
Benim hayatımda bir şeyleri korumak önemli. Eğer Türkiye de bütün bu kültürler gelip geçtiyse ve ülkemiz bu kadar büyük bir mirasa sahipse, onun sorumsuzca tüketilmesine göz yumamıyorum.Hayatım boyunca hiçbir şeye zarar vermedim. Bu yaklaşımı biz farkında olmadan ailemiz bize verdi. Ben bu ailenin içinde büyümekten, böyle bir genetik mirasa sahip olmaktan, bu ülkede doğup büyümekten çok büyük mutluluk duyuyorum ve kendimi çok şanslı buluyorum.

Rezan Has Müzesi’nde “Anadolu’da Pişen Toprak Koleksiyonu” sergisi, Borusan Oto İstinye’de “Koleksiyondan Kreasyona” sergisi gibi birçok sergiler açtınız. Bize biraz bahseder misiniz?
Resim sergilerimden sonra Borusan’daki“Koleksiyondan Kreasyona Gönül Paksoy”da istanbul Arkeoloji Müzesi`ne kayıtlı koleksiyonumun bir bölümüyle, kendi tasarımım giysiler, ayakkabılar, çantalar, çeşitli dokumalar, tılsımlı aksesuarlar, bez bebek koleksiyonu, düğmeler, takılar ve tarakların bulunduğu sergide yer alan `Bez Bebek Koleksiyonu`ndan 4 karakter, bu sergi için sadece 40`ar tane üretilerek, numaralı olarak satışa sunuldu. Ben artık yapacağım işlerde mesaj vermek istiyordum. Her akşam çalışanlarımla 5-10 dakikalık sohbet ediyorum. Onlara hep bir mesajım oluyor, alan alıyor, almayan almıyor. Üniversitede öğretim görevlisi olduğum yıllarda da ailede ve okulda istenilenleri alamayan çocukları eğitmek için bazı ufuk açıcı şeyler yaptım. Son sınıf öğrencilerini evime davet ettim, herkesin çok beğendiği bu evden onların da bir şeyler kapmasını, görmesini istedim. Bu tarihi eser, resim, vs. olabilir… Amacım öğrencilere model olabilmekti. Bez Bebek’te de “yetenekler kaybolmasın el verin çocuklara” diye bir sloganımız vardı.Bez Bebek hazırlarken çocukluğuma dönmek istedim ama bu zordu çünkü o zarifliği kaybediyorsunuz. Kardeşimin çocuklarının yaptığı resimlerden karakterler seçtik.Bu o kadar beğenildi ki bu konuyla ilgili 2 ciltlik harika bir kitap yarattık.Borusan, sergi için çok doğru bir seçimdi, 2000 m2’lik harika bir mekandı. Daha sonra Japonlardan gelen teklifi Dışişleri Bakanlığı proje olarak bana teklif etti. Benim şartlarıma uygun bir yer bulundu ve çok başarılı oldu. Ses getiren 2 projeden bir tanesi benimkiydi.“Koleksiyondan Kreasyona Gönül Paksoy Sergisi” esnasında Japon devlet televizyonu bir belgesel çekiyordu ve bana da yer verilmişti. Ben Japonya’ya gittiğimde beni tanıyanlar oldu çünkü bu belgesel televizyonda çok kereler gösterilmiş. Zaten Japonların geleneksel ve özgün işlere özel merakları var.
Washington’da “Kaftan Sergisi” yapıldı, oradaki müze tarafından 3 ödülden bir tanesi de bana verildi. Daha sonra Ankara Palas’ta benim tasarladığım sofrada, benim hazırladığım yemeklerin yendiği bir proje oldu. Ardından Türkan ŞORAY’ın da devreye girdiği, hem İstanbul’da, hem de Ankara’da sergilerimiz oldu. Daha sonra Santa Fe’de bir sergi oldu fakat Katar’da olduğum için ben gidemedim. Aslında çok yorucu oluyor. Herkes bana bu sene 2 taneden fazla sergi açma diyor ama zaten şu anda bile 2 proje var. Giysiyle sergi açmak pek alışıldık bir durum değil. Bana sayısız defile teklifi geliyor fakat defile benim ürettiklerime uygun değil. Defile bir şovdur, o gün kaç kişi varsa onlara ulaşabilirsiniz. Fakat daha geniş kitlelere ulaşmak istiyorsanız doğru olan o değildir. Ama tabi bu sektörün ayakta kalması için de gerekli bir organizasyondur. Benimki daha sanatsal ağırlıklı bir şey. Ben modacı değilim, benim ilk yaptığım giysi bugün hala giyiliyor. Hatta benden giyinen yabancı modacılar var. Buraya bir sürü önemli ve ünlü insan rahatlıkla gelip alışverişini yapıyor.

Takı ve giysi tasarımlarıyla tanınıyorsunuz, ayrıca gastronomiye de merakınız var. Yemekleriniz sanat eseri olarak anılıyor. Konuyu biraz açar mısınız?
Çocukluğunuzda yaşadıklarınız mutlaka iz bırakıyor, belleğimizde yer ediyor ve sonrada ortaya çıkıyor. Anneannem çok özel bir kadındı ve mutfağı da çok özeldi.Adana mutfağından ziyade daha rafine ve farklı bir mutfaktı. Bugünkü aklım olsaydı yaptığı her şeyi kaydetmek isterdim. iyi bir hafızam ve çocukluğumda oluşan bir tat belleği var. Mutfakta anneannemi keyifle seyrederdim fakat prenses gibi yetiştirildim, suyumu bile önüme getirdiler. Zaten yatılı okulda kaldığım için eve gidince misafir muamelesi görüyordum. Kendi evim olduğu zamanda annem evime gelerek her şeyi hazırlıyordu, mutfağım hep doluydu. Ben bu durumun yetişkin bir insan için doğru olmadığına karar verdiğim bir gün yemek yaptım. ilk olarak bir çift arkadaşımı davet ettim. ilkönce bu yemekleri annemin yaptığı konusunda ısrar ettiler. Sonra yavaş yavaş arkadaşlarımla birlikte öğrencilerimi de davet etmeye başladım.Herkes yemeklerimi inanılmaz bir şekilde beğeniyordu. Ondan sonra çalışanlarıma ve daha sonra da kardeşlerimin çalışanlarına yemek hazırlamaya başladım. Dergilerden birkaç arkadaşı da çağırayım derken, davetlerin birinde Tuğrul ŞAVKAY misafirim oldu. Bu yemek davetleri her sene geleneksel olmaya başladı ve gelenler telefon açıp ne zaman davet vereceksin diye sormaya başladılar. Ben bir şeyin tekrarını yemekte bile sevmiyorum, onu bir tasarım olarak görüyorum. insanın” tadı damağında kalan” bir tasarım bu. Buraya gelen konuklar olağanüstü bir gün geçiriyorlar. Burada çok hoş dostluklar kuruldu. Bu birikimlerini daha çok kişiyle paylaş, bir kitap yaz dediler. Oturup kendi mutfağımı analiz ettim; mesela kızartma yapmıyorum;sebze, balık, tavuk ve kırmızı et olarak kullanım yüzdem yukarıdan aşağıya iniyor, tatlılarda da meyveli ve sütlü tatlılar ağırlıkta, hamurluları pek yapmıyorum, bol peynir var ve yemeklerimin %99’unda zeytinyağı kullanıyorum. Bazı baharatları, mesela aroması çok yoğun olduğu ve diğer tatları bastırdığı için sarımsağı hiç kullanmıyorum. Sonra baktım ki benimki kişiliği olan bir mutfak, ben bunu kitap haline getirebilirim dedim. Yaptığım yemeklerin fotoğrafları çekildi, daha sonra tariflerini yazdım. Birinci kitap böylece orta