ADNAN NAS

Türk Özel Sektörünün Alt Yapısının Yenilenmeye İhtiyacı Var
 
BUSH’un yeniden seçilmesinden bu yana ABD ve Türkiye ilişkileri nasıl şekilleniyor?
Aslında BUSH’un veya bir başkasının seçilmesi çok farketmiyor çünkü Türkiye – ABD ilişkileri kişilere bağlı değil. ABD’nin zaten belli bir stratejisi var. Kısa dönemdeki arızaları ben “taktik arızalar” olarak adlandırıyorum. Stratejik olarak çok daha geniş bir vizyonla ve uzun vadeli olarak bakmak gerekiyor. O çerçevede BUSH’un seçimi sonrası hiçbir şey sürpriz değil. Kısa vadede şu yararı olabilir: En azından bilinen bir yönetimdi BUSH. Nitekim Türkiye’deki kamu kesiminin daha çok tercih ettiği bir alternatif olabilir. Ama BUSH ya da başkası, ABD için Türkiye çok önemli. Eğer Türkiye hata yapmazsa bu potansiyeli ile çok önemli fırsatlar yakalayabilir. Son yirmi yıl içinde Türkiye’nin çok önemli bir ihtiyaç haline geldiği kanısındayım. Benim bu konuya bakış tarzım biraz daha farklı. Soğuk Savaş sonrasında dünya aynı dünya değil, yeni dünyanın da tam olarak ne olduğu belli değil, daha yeni şekilleniyor. Belli olan tek şey
 
Bu çerçevedeki bir dünyada, özellikle Türkiye’nin de içinde bulunduğu bu bölgenin – ABD’nin de dolaylı olarak önemini vurguladığı bölgenin – çok ciddi bir konumu olduğu kesin. Türkiye’de hem 50 yıllık bir demokrasi, hem 50 yıllık NATO üyeliği, hem de 50 yıllık bir özel sektör varlığı var. Türkiye bu üç adet 50 yıllık parametreyi kullanıp iyi bir oyun planı yapabilirse, kaldıraç olarak kullanabilirse önümüzdeki yıllarda önemli ivme kazanabilir.

Bu bağlamda sadece stratejik ortaklık yetmiyor, sadece devlet olarak değil, toplum olarak da yeterince çaba harcadığımız kanısında değilim. Bazı şeyler abartılıyor. ABD başkanının Türkiye’yi ziyareti ya da Türk başbakanıyla el sıkışması ABD şirketleriyle Türk şirketlerinin iş yapması anlamına gelmiyor. Ciddi anlamda çaba sarfetmemiz lazım, o çabanın da daha teknik bir hadise olduğu ve biraz zaman alacağı kanısındayım. Bu çerçevede de Türk şirketlerinin gerek ABD’li, gerekse yabancı şirketlerle aynı dilden konuşmamasının çok önemli bir etken olduğunu düşünüyorum, bu açıdan yapılacak çok şey var. Türk şirketlerinin yabancı ortaklığa girebilmesi için en azından finansal raporlamalarını uluslararası standartlara çıkartmak lazım, % 95’inde bu yok. Bu işin alfabesinde bazı sorunlarımız var. Aslında ciddi bir özel sektör potansiyelimiz var, onları iyi taraflara yönlendirerek, gerek bilgi, gerek altyapı, gerek insan kalitesi açısından açıkların giderilmesi lazım. Yabancı dil açısından bile büyük sorunlarımız var. Biz sadece İstanbul’a bakıp ‘yabancı dil sorunumuz yok’ diyoruz, halbuki Türkiye ortalamasına bakarsak lisan sorunu mevcut. İstanbul dışındaki ofislerde mühendisinden, muhasebecisine kadar eleman bulamıyorsunuz. Türkiye’ye yeterince dış yatırım gelmiyor. Ama gel demekle gelmez ki, bir sürü şartları var. O şartlar sadece vergi veya teşvik şartları değil, hukuk düzeyi, altyapı, insan kalitesi gibi unsurları da kapsıyor. Bunların üzerinde kimse durmuyor. Örneğin Adıyaman’da yatırım yapacak bir yabancının orada bilgisayar ve İngilizce’ye hakim, kendi standartlarına uygun eleman bulma şansı nedir?
Yatırımların önünde sadece herkesin konuştuğu engeller değil, başka bir sürü engeller de bulunmakta. Özellikle sivil toplum olarak bizlere çok görev düştüğü kanısındayım. Bizler rehberlik görevini yapmalıyız ve Türkiye’nin potansiyelini harekete geçirmeliyiz. Türkiye güçsüz bir ülke değil, bütün mesele doğru yönetimle, doğru stratejilerle mevcut potansiyeli kinetiğe çevirmek. Sadece devletin değil her kesimin, özellikle de özel sektörün birleşerek kaybedilen yılları telafi etmesi ve eldeki kritik fırsatları değerlendirmesi lazım. ‘Kritik fırsatlar’ diyorum çünkü 20 sene sonraki dünya bu dünya olmayabilir; Türkiye’nin önünde de bu fırsatlar olmayabilir.

ABD’nin Ortadoğu projesi ve bu süreçte Türkiye ile ilişkileri hangi süreçte?
Önce ‘Büyük Ortadoğu Projesi’, sonra da Kuzey Afrika ve Hazar’ı da katarak ‘Genişletilmiş Ortadoğu” denen bu proje bir hükümet politikası değil, düşünce gruplarının ürettiği doğru bir projedir aslında. Yani projenin BUSH’un ya da CHIRAC’ın olması değil, doğruluğu önemli. Proje, bu bölgenin demokrasiye ve refaha ihtiyacı var diyor. Bu doğrudur ve istikrarı getirecek bir düşüncedir. Projenin içeriği doğru ama şablonda bir muhalefet var, aracı gibi söylendiği için antipatik oldu. ABD bu projeye bir çıkış yolu bulmak istiyor. O projenin de gerçekleştirilmesinde NATO’nun da çok önemli bir fonksiyonu olduğu kanısındayım. NATO’nu artık eski fonksiyonu yok, yeni bir fonksiyon bulmak zorunda. Bütün Batı ittifakını toplayan bir kuruluş olduğu için ABD NATO’nun sözünü dinliyor. Burada Avrupa ile ABD’nin çatışmalarını da çok abartmamak, onları rakip örgüt statüsüne koymamak lazım. ABD her halükarda Avrupa’nın kardeşidir, ittifakın parçasıdır. Bazı taktik konularda ayrı düşüncelere sahip olmaları çok önemli değil bence.

ABD ile Avrupa arasındaki Transatlantik İşbirliği sürecinde yaşanan ticari mücadeleler nelerdir?

Atlantik ötesi ilişkileri düzeltme sürecinde aralarındaki ihtilafları gidermeye çalışıyorlar. Türkiye’nin AB üyeliği de Atlantik ötesi ilişkileri yumuşatma bazında ona paralel düşüyor. Türkiye her bakımdan ciddi bir fırsatı ele geçirmiş durumdadır. Bir taraftan kendi toplumsal dönüşümünü yaparken bir taraftan da ABD ile Avrupa arasındaki bu Atlantik ötesi ilişkilerin yumuşatılması sürecine de katkı yapabilir. Ben Türkiye için bu dönemi çok renkli bir dönem olarak görüyorum. Kıbrıs gibi birkaç kriz noktasını da esnetip açmamız lazım, sonrasında önümüz açık. Yeter ki kısa vadeli eski saplantılarla bir takım şablonların peşinden koşmayalım. Önümüzdeki 10 sene çok önemli. Bu 10 sene sonunda AB’ne girmiş, hem ABD ile hem de Ortadoğu ile ilişkilerini oturtmuş bir Türkiye, dünya için çok ciddi bir değer olacaktır.

ABD’nin Kıbrıs konusunda yapıcı bir desteği var. ANNAN Planının, özellikle AB sürecinde tekrar gündeme getirilmesi, bu arada dünya ile gelişen ve derinleşen bir işbirliği söz konusu. Kıbrıs konusunda bir takım mesajlar veriliyor. Bu gelişmeler ABD ile Rusya ekseninde Türkiye’nin konumunu ne şekilde etkileyecek?

Rusya da yeni bir kimlik arayışında. Onunda güçlü bir liderliği var ve yeni dünya düzeninde yerini belirlemeye çalışıyor. Tabi ki bizim için de bölgede önemli bir komşu. Aslında biz Rusya ile dostluğu bir türlü becerememişiz. Şimdi Türkiye daha esnek ve çok yönlü bir politika gütmeye çalışıyor. Bir taraftan Suriye ile ilişkileri düzeltiyor, bir taraftan İsrail – Filistin arasındaki anlaşmazlığı çözmeye çalışıyor, öbür taraftan AB’ye başvuruyor, İslam Konferansı üyesi oluyor ve 50 yıllık müttefiki olan ABD ile de ilişkilerini aksatmadan yürütmeye çalışıyor. Bu kadar değişkenliğe sahip bir politikayı yürütmek kolay bir iş değil.

Ama büyük amaçlarınız varsa, dünyanın önemli bir oyuncusu olmak ve büyük bir Türkiye istiyorsanız bu işlerin zorluğundan yılmayacaksınız. Tarafların hep birlikte kazanacağı, uzlaşmacı olan politika gütmek gerekiyor. Türkiye’nin ‘uzlaşmacı’ bir kültürü olmadığı için batıda imajı kötü. O imajın artık iyi yönde değişme zamanı geldi, biraz daha empati kullanmamız lazım. Yeteneği ve teşebbüs gücü fazla olan bir toplumuz, belki ona biraz da analitik gücü eklemeliyiz.

Analitik yaklaşım getirebilirsek müteşebbis gücümüz değerini bulur. Kısacası tezgahtarlığı süpermarketçiliğe çevirmemiz gerekiyor. Biz şimdiye kadar toplumsal enerjimizi çok fazla harekete geçirmemişiz. Toplumsal enerjimiz gizli kalmış, bunu harekete geçirme zamanı geldi. ABD dünyada süper güç. Biz de onlarla Kore Savaşı’ndan beri müttefikiz, yakınız. Fakat bu yakınlığın iktisadi sonuçlarını çok anlamamışız. Mesela ABD toplumu bizi çok tanımaz. Son Ortadoğu Savaşı’na kadar ABD’lilerin % 90’ı haritada Türkiye’nin yerini bile bilmezlerdi. Biraz kaynaşmamız lazım, çünkü ticari ilişkiler ve ortaklıklar birbirini tanıyan kişiler arasında gelişir. Arka bahçelerindeki Meksika ile sizi bir tutmazlar tabi.

O yüzden bizim Avrupa ile daha büyük şansımız var. Avrupalı Türk işçisinden çok hoşlanmasa da artık onu kaderi gibi görüyor. Amerikalılarla doğal bir ilişkimiz olmadığı için işadamlarımız da ABD’de çok aktif değil. Türk işadamlarının ABD’de yatırımları yok, ABD’li işadamlarının da buradaki yatırımları kısıtlı. Bu ilişkileri nasıl ilerletebiliriz? Aslında Avrupalılarla olan ilişkilerimizde Avrupalılar’ın insiyatifiyle gelişmiştir. Türk tarafı genelde başlangıçta insiyatifi elinde tutmuyor ama iş başladıktan sonra geliştirebiliyor. Almanlar, Fransızlar, Hollandalılar bu önemli pazarda iş yapmışlar. Olayı öteki tarafa çevirirsek, yani Türkiye insiyatifi kurabilseydi Amerika ile olan iş ilişkilerini de geliştirirdi. Amerika pazarı Avrupa pazarından daha da zor çünkü çok fazla rekabet var. Orada daha kaliteli malı en düşük fiyata satmak zorundasınız dolayısıyla piyasaya rekabetçi mantıkla girmeniz lazım. Rekabetçi piyasaya ÖZAL döneminde kendimizi biraz açmışız ama tam anlamıyla oturtamamışız.